İstanbul Uluslararası Silah Fuarından Röportaj
Katıldığım toplantının sonunda fuara davetiye için adını yazdıranlar sırasında olsam da geceden başlayan yağmurun getirdiği soğuk nedeniyle tereddüt içindeydim. Katılmasam? Fuar bir şey kayıp etmezdi. Ben kayıp edecektim; bir gün önce tanış olduğum sıcakkanlı insanların güvenini, kafamda bir tuhaflık oluşsa da güzel bir seyahatı ve uzun zamandır gazetecilik faaliyetine ara verdiğimden dolayı yapacağım işin getireceği neşeni. Bir yağmur bu kadar etkili olamazdı hayatımda. Bir şeyler bulup üstüme geçirir, Marmara istasyonuna yetişene kadar yağmurda sırılsıklam ıslanır ve deniz altı metronun sıcak suret katarı ile karşıya çatmağa acele ederken bu projeni uygulayanların ceddi akrabalarına rahmet diliyorum. Karşı yakaya 15 dakikada varmak. Mucize misali vallahi de billah.
Servis otobüsünün sıcak salonu. gece 10.00 olmasına bakmadan her birimize mesaj çekip buluşma satını belirleyen seyahat rehberi Mahmut Sami Tiryaki bey, Azerbaycanlı öğrenci Ayten kızım, Negria’lı Nefise ve Arnavut ikizmişler gibi bizi şaşırtan 2 erkek öğrenci, Ukrayna ve Kazakistan doğumlu olduklarından bir biri ile Rusça konuşan Türk öğrenciler…
TÜYAP bizi sıcak karşılamıyor. Görevlinin biletlerimizi getirmesini bekliyoruz. Çantalarımızı arıyorlar. Dün hansı siyasi gruplarsa katılımcılara broşürler dağıtmış. Şikâyetleler edip duran görevliye içimde küfür savurmak geçiyor; İyi etmişler, siz sallanıp gezin tozun, illa birileri gelip ekmeğinize zehir katacak, kendisini haklı göstermek için terör yapacak, sokaklara çıkacak, taşlayacak, kıracak, öldürecek. Toprağına hakim olmağa kalkacak, aynen bizim kimi bir akıbet yaşatacak sana. Özgürlük isteyecek, işgal edecek. Vermeyeceksen öldürecek. Bir anlık beyaz gömlekli görevli kızı kanlar içinde görür gibi olurum. Sinirlerim yerindedir, sadece silah kelimesinin doğurduğu assosiasiya hep böyle olur. Silah olan yerden kaçarım uzun zamandır. Fuara seyahat ise yanlış anlamanın sonucudur; Türk Savunma Sanayisinin ürünlerinin fuarı anlamışım da o yüzden.
İlk stantta esmer, gülümser bir çehre karşılar bizi. Vedalaşırken verdiği vizit karttan Mehmet Güven olduğunu anladığım görevlinin standına uçuşur arkadaşlar. Uzun namlu silahlar ve çeşitli mermiler… Mermi şeridini omuzuna atıp poz veren genç arkadaşların arasında ruh gibi dolaşıyorum. Gözüm satandın dolaplarına ilişip kalmış.
Bu mermilerden bir avuç vardı evimizde. Annemim vitrininde billur kasenin içinde dururlardı. Dokunamazdık. Yasaktı onları ellemek. Ancak anneme mahsus hak idi o billur kaseni eline alıp odanın bir köşesine çekilmek, o billur kaseni dizleri üste koymak, içindeki mermiler okşamak, öpmek ve onları göz yaşı ile ıslatmak. Evinin küçüğünden hatıraydı onlar. Parmaklarım mermilerin soğuk yüzün okşuyor. Gören Onun –annemin arkasınca hep göz yaşı döktüğü Onun göğsüne bunların hangisinden isabet etmişti…
Mehmet bey yaklaşır. Mermilerden konuşur. İnan bilmiyorum ki bele cana yakın bir adam Amerikan silah çeşitlerinin Doğuda satış görevlisidir. Mehmet beye 20 Ocak Bakı Katliamından bahis ediyorum. Orda kayıp ettiğim arkadaşlarımı anlatıyorum. Erkek kardeşimden, Karabağ savaşına katılan lise son sınıf öğrencisinden konuşuyorum. O ise bana çeşitli kilizlerin özelliklerini anlatır.
-Bu nasıl bi şey? – Avcumda 7mm. REM.MAG. kurşun çeşitleri var.
-Bu kurşunlar hedefe değdi mi patlar ve böyle bir şekil alır. –Sual dolu bakışlarıma cevap olarak ilave ediyor- daha çok öldürücü olması için.
-Şimdi dünyada yasak olunmuş ama bu kurşunlar. –Ziyaretçilerden biri konuya müdahalede bulunur.
-Evet, yasak koyulmuş. Ama kimdir tespit eden, satılırsa demek kullanılıyor.
Kurşunun küçük çiçek kasesini hatırlatan başlığına bakıyorum ve merakım Mehmet beyin hoşuna gediyor galiba. Mermi anahtarlığı bana veriyor. Hatıra için verdiği bu küçük çelik parçasının içimde yarattığı acıdan habersiz. Yıllar önce acımıza ortak olan askerlerden biri aynen bu biçimde mermini verdi bize; içinde evimizin adresi yazılmış kağıt parçası bulunuyordu…
Doğanın, hayvanlardan kuşlardan , uçandan kaçandan güzel fotolarla süslenmiş kataloglardan alıyorum, evde inceleyip bir şeyler yazmağa çalışaçam. Hatta erotik geyimi ile akılları başlardan alan uzun namlu ölüm makinesine ihtiraslı aşık gibi sarılmış kızın fotoğrafını da çekiyorum. Ama bunları neden yaptığımı bilmiyorum. Belki gözümün gilesine toplanmış yaşların yüzüme akışını engellemek için…
Alman stantlarının uzun namlu silahlarının karşısından geçip gediyorum. Zaten onların titiz savaş giyim tarzları, dinamikliği ve mobil tarzı ile dikkat çeken silahlarını sevmiyorum. Eski Sovyet Birleşik Cumhuriyetleri’nden yetişmiş benim gibi insanlar da ürperti ile seyir ederler bunları adım gibi eminim. 2. Cihan Savaşanın her kapıyı çaldığı bir dönemi yaşadık çünkü. Babam 23 yaşlı babasının hasretini çekti hep. Kendinden sonraya bir erkek çocuk ve bir portre bırakan o genç adamın dedemiz olması bize tuhaf gelse de onun Berlin civarındaki savaşlarda itkin olduğunu biliyorduk.
Amerikan stantları dolup taşır. Fuarın erkek ziyaretçileri silahlara sarılıp, fotoğraf çektiren, tabancaların tetiğine basan… sesten kulak tutuluyor ve düşünüyorum ki erkekleri sarmış bu kahramanlık havasında bir az delilik, bir az acımasızlık var. Ve bir de düşüncesizlik var dünyanın ırak kalmış ülkelerine petrol mekanı Irak’a, kabuk tutmayan yaralarımızdan biri Kerkük’e, eski kültür müzesi Mısır’a, ardınca kaçtığımız, arzularımızın rengine boyanmış ve yakamızdan düşmeyen özgürlüğümüz bu silahların namlularında nakil edilmedi mi? Batınlarına Batı askerinin özgürlük havası ile nakil ettiği çocukları taşıyan Müslüman kızlarının yaşadıkları bu kadar göz ardı edile bilir mi?
Vatan- mavi kızıl yeşil ışık
Uzaktan Azerbaycan’ın bayrağını görüyorum. Koşturuyorum. O kızıl mavi, yeşil ışığa. Grup başkanımız Sami bey de beni tek koymur. Standı inceleyiriz, katalogları sahifeleyir, silahları elleyiriz. Az evvel boğazıma düğümlenen acı geçmiş. Grup arkadaşlarım ile bayrağımızın önünde saf tutup fotoğraf çekdiririz. Standın rehberi Azerbaycan Silah Sanayi Bakanlığının müsteşarı silahlar hakkında bilgi verir- ordunu donatmışız, Ermeniler ateş edende cevabını vere biliriz, sustururuz onları. Karabağ, yedi ilçe işgal olunandan sonra mı? Bu aralık, dün Şuşa kendinin işgal günü idi; Gelin Azerbaycan’ın yazması derdiler Şuşa’ya. Bizlerde bir gelin yazmasını kaptırması namusu lekelendi anlamına gelir. Canım Vatanım…
Ey Krişna, priyah mama, bhakmuh
Amerikan, Alman , İngiliz, Pakistan stantlarını ötüp kafamın bir köşesinde saklanmış müziğin seslendiği yere götürür ayaklarım beni. Ah dharma kşetre yuymsabah samabetah… Ey Krişna ))) . Bu güzel müzik o uçsuz bucaksız Hindistan’ı anlatırdı bize. Mutlu olan fakir gençleri, o gençlere aşık olan zengin kızları))) Onların-uzak Hindistan’dakı bu insanların hikâyelerini köy kültür evlerinin salonlarında beyaz perdede izlerdik. Sevgileri için mücadele veren, akıl almaz işkenceler gören bu insanların sonu facia ile biterdi ve men hala hayret ediyorum; nasıl olurdu da o kadar göz yaşları ve acı ile beraber biz o şarkıları severdik, ezbere mırıldanırdık, düğünlerimizde en çok o şarkıların eşliği ile dans ederdik. Bomboş stantta filmlerden tanış olan zırhlı polis maşını ve tipik Hindistan ekibi: esmerden daha koyu yüzde gözlerin üstüne inmiş bir tutam simsiyah kâkül, bembeyaz sakal.
Küz
Bu fuarın en güzel şeyinin karşısında eğilip gözlerine bakıyorum. Nihayet öldüren, dağıtan, kıran değil salt cankurtaran biri. Orta irilikte kızılı sarı köpek. Yanında duran adam onun afetlerde canlı insanları tespit ettiğini der. Sen bu roketleri, savaş makinelerini icat edenlerden daha kıymetlisin Küz. Orta okulda dişlerinde yanan daireden küçük kızı çıkaran köpek hakkında hikaye okurdular bize. O senmişsin demek. Al bu da yıllar yılıdır içimde gezdirdiğim sevginin sonucu burnunun ucuna kondurduğum öpücük. Geç kalmıyor; dilini çeneme sürür öpücüğüme cevap. Bir de poz veriyor. Bele aldırmadan yani ne mutlu sana benim foto şeklimi çektin söyler gibi.
Korkut
Altay, Arma, Çobra, Korkut. Yan tarafında göğsünde yıldızımız parlayan kartal resimli Korkut. Hep dede diye hitap ettik. Dedem Korkut gibi azamet ve şahanelikle durmuşsan Türkiye Savunma Sanayisinin standında. Yanı başında Füze atıcı sistemlerinin makineleri-Tanksavar füze sistemi, mobil arama radarı, takip ve atış kontrol radar sistemleri. Ne bileyim Kaplan isimli diğer zırhlı. Yıldızın bana yeter, ismin bana yeter de artar bele. Daha standa ev sahipliği yapan aselsan temsilcilerini sorularımla bıktırmam. Neden bu kadar yeni nesil makinelerle o dağda delikteki PKK lıları bir gecede sil süpür edip de bu güzelim Türkiyen’i terör kabusundan kurtarmıyorsunuz demiyorum. Bu konuyu geri dönerken servis otobüsünün sıcak salonunda proje koordinatörü Sami beyle konuşuyoruz. Sonuç bu oluyor ki ulusal güçler bitirmek istemiyor PKK-yı. İlla bir Kürdistan kurulacak diyor. 1918 de Azerbaycan’ın eski şehirlerinden birini başkent yapıp Ermenistan kurdukları gibi. Güzelim Türkistan’ı paramparça edip Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan yaptıkları gibi. Afganistan ve Pakistan gibi. Irak ve Kuveyt gibi. Bu gibiler uzadıkça uzuyor. Ve içimden o bölenlere, bölücülük yapanlara bakıyorum: Amerika Birleşik Devletleri, Sovyet Birleşik Cumhuriyetleri. Avrupa Birliği. Hep birlik, birdelik, biraderlik. Evet birlik biraderlik demektir
Adını Fatime Koydum
Onu gördüm. Yanına koştum. Görevli kızın nazarları radar ekranında. Çaktırmadan kırmızı bandı geçtim. Yanına yaklaştım. Elimi çelik bedenine dokundurdum. Ah be kızım. Bizim olduğun hemen belli. Çağnaklarında ölüm füzeleri yok. Gagandan makineli tüfeklerin namlusu görünmüyor. Dur uzaktan sana bir de bakım. O pervanen var ya neyi hatırladır bana biliyon mu? 1989 yılında Dağlık Karabağ savaşı içinden alev almağa başladığında Rus askerleri Ermenilerin ablukasında kalmış bir köyümüze uçup gelmişlerdi. Köy çocukları kurşun sesine alışık olsalar da nerde helikopter, savaş makineleri görmüşleri ki? Urra deyip koşturmuştular helikopterin yanına. Pilot da sarhoşmuş, pervanesinin çalıştığının farkında olmamış. 13 15 yaş arasında 8 köy çocuğu iki parçaya bölünmüşlerdi pervanenin çarpmasıyla…
Bele acı şeyler konuştum hep fuarın başından ayağına. Ben de savaş kızıyım tahmin ettin sanırım. Üstümüze tankların yürüdüğünün şahidi oldum, açlıktan ölen çocukların ahına dayanamayıp intihar edenlerden yazdım, hastane köşelerinde gözleri deşilmiş, bacakları kesilmiş kadınları, tecavüze uğramış küçük kız çocuklarını gördüm.
Sen uçtuğun yerlerden ölüm yan kaçar. Sen bir Türk helikopterisin- Barış Güvercini. Sen konduğun mekanlarda anneler ağlamaz. Gülümse bir resmini çekiyim. Barışın resmi olsun, sevincin resmi. Adın nerededir senin? Hm adını yazmamışlar. Ben ad koyum mu sana? Güzel kız, gagasında barış taşıyan çelik makine adını Fatima koydum senin. Ey Peygamber Efendimizin nazlı kızı hanım Hazreti Fatima, ey Müslüman kadınlarının efendisi, ey cennet mekan! Yaptığımı günahıma yozma. Senin ismi şerifinin insanlara mutluluk getireceğine inandığımdandır bunlar.
Son olarak
1 N’lu salonda ayrıldığım arkadaşlarla görüşmek için vaadeleştiğimiz yere geliyorum. ASCİM standının karşısından geçiyorum. Mehmet Güven uzaktan kafa sallamakla vedalaşır. Ben de el sallıyorum. Gezi boyu parmağıma taktığım mermi anahtarlığı gösterirmiş gibi olurum. Gülümsünü yor. Bense gözlerimi kaçırıyorum. Ah be abi cim, bana mermi hediye etmek nerden çıktı. O acı hatırları uyandırdın biliyon mu? Yıllar önce savaşa sokulan bizlerin erkeklerinin boynundaki kölede böylece bir mermi asılmış olurdu. Savaşa giden erkekler şehit olsalar kim oldukları aranmasın diye ikamet ettikleri adresleri kağıt parçasına yazıp o merminin içine saklardılar. Bunu anlayan ermeni tarafı şehit düşenlerimizin (Azerbaycan 1990 cı ilde bağımsızlığını ilan ettikten hemen sonra savaşa sürüklendiğinden ordumuz yoktu, işgalci ermeni-rus birleşik ordusunun karşısına polis desteleri ve sokaklardan toplanıp cepheye giden gönüllü gençler dururdu) kafalarını yüzdüklerinden içinde adres bulunan mermileri gömleklerinin içerisinde fark edilmeyen köşelerine dikmeye başladılar. Küçüğümüzün cebinden çıkan, Anneme hediyelik mermilerin içinde bir mermi vardı; üstünde kan kurumuşdu. İçinde köydeki baba evimizin adresi. Atletinin omuzuna tikilipmiş…
Biz savaş insanlarıyız Mehmet abi. Biz hediyeleri sevmiyoruz. Tam 23 yıldır en kıymetli hediyemiz mermilerde saklanan adresler, şehit cebinden çıkan mektuplar oldu biliyon mu. En değer biçilmeyen hediyemiz ise cabha hattında çatışmada şehit olanlarımızın cenazesi.
Hoşça kal.