Anadolu’nun  Önsözü Erzurum…

0
2546


Gedersin, görürsün… Ölürsün, kalırsın…  dediler  ama biz geri döndük ve Erzurum’u yazdık… Okuması sizlerden

II Yazı

 

Hep Böyledir Menim Memleketim

… Merkezi Meydanda kurulmuş çadır Dedem Korkut destanındaki yılda  bir kurulan Han çadırını hatırlatıyordu. Hani Dış Oğuzlarla İç Oğuzların arasına düşmanlık girmişti ya, neden Ağ Çadıra konulmadık bahsinden. Aynen öyle ucu, köşesi olmayan bir çadır, halı falan döşeli, önünde kalabalık, arkasında semaverler  fokur fokur kaynamada…
Şimdi ben yazım okuyan da bu ne ya fuar falan görmedik mi desin. Görmez olur muyuz, arkadaşım? Her yıl koşa koşa gittiğimiz  İstanbul TUYAP’da yapılan kitap fuarlarını nasıl kıyaslarız? Oradaki insan seli, ziyaretçi sayısı hesaba gelmiyor bele… Ama tek birce resim paylaşım ve iki örnek verim, bakın Erzurum Kitap Fuarı kıyaslanır mı, Allah aşkına?
Bu resim orada bulunan insanlardan yalnız bende var söylesem inanın.

Hemen telefonumu kapıp da ebedileştirdiğim bu anı Erzurum kitap fuarlarında yaşanan sıradan bir gündür; ben ise ilk defa idi böyle bir manzara ile karşılaşırdım. Sonra her gün aynı manzara; insanlar fuarı ziyaret etmek ve imza gününe katılmak için kuyruğa giriyorlar. Erzurum alışık bu duruma. Hala benim deli gibi koşuşturup resimler çekmem bir az komik geliyordu alandaki küçüklere. Büyüklerse kurula ötürdüler sağımdan solumdan. Yaşlı amcalardan biri bastonuna dayanıp ‘Ne olmuş kızım’ sorduğunda  ‘amca, Allah aşkına, bu ne merak’ diye bildim. Amca suratını astı; ‘20160430_135225_PanoBu merak değil, acemi kızım, bu sevdadır; hep böyledir benim memleketim’.
Adamı kırdığımı anladım ve bu duygu içimde, aklımın bir köşesinde yer etti; geri dönerken bir sürü öneri ve uyarılarla kaplanmış kafa ve yürekle dönüyordum. Erzurum bana bu yaşa kadar dikkat etsem bele hala tam sahiplenemediğim  davranış kurallarına bir daha dikkat etmem gereğini göstermiti; insanlara daha hassas yanaş, daha ince davran ve en esası söylediklerin doğru olsa bele bir kişini de olsa üzecek, incitecek isen aşırı dikkatli ol… Bu hala 13 gün sonra uçak yolculuğu zamanı  kafa tasımda hafızamın  fileş belleğine alınmışlara bakış zamanı yaşanacaktı. Şimdi bu kalabalığın resmini çekende ihtiyar Erzurumlunun kalbine dokunduğumu  anladım ve özür yerine koluna girip fuar çadırının arka köşesinde kaynayan semaverlerin yanına götürdüm.  İlla çay içme isteğime  yok değemeyen amcamız ertesi gün bir tabak kadayıf tatlısı ile geldi ziyaretime. Tüm fuar alanını dolaşmıştı standımızı bulana kadar.

Bizim stantta kalabalıktı. Azerbaycan ve Türkiye bayrağının ışığına geliyorlar ziyaretçilerimiz. Durup iki lafın belini kırmadan ayrılmıyorlar, sevgilerini göz yaşları ile anlatan da olur;  Kızılbaşların soyundan tutun da, Terekeme ve diğer Türk Tayfalarından nişane bu insanlar. Hem de sanki çok gizli bir sırrı acırcasına hem de kurur ve vakarla söylüyorlar, benim Terekeme, Karapapak,  Kızılbaş kardeşlerim.

Çok önemli bir not:

İstanbul’da daha çok rastladığım soru ‘Terekeme misin, Türk müsün?’ sorusunun kafalarda bir çok sorular oluşturduğunun şahidi oldum defalarca. Hatta yalancı Türkçülük yapanlar Terekemeler Çingenelerdir  iddiasını ortaya atıp mide bulandırıcı tartışmaya sebebiyet vermiştiler. Oysa ki biz Azerbaycan insanı Terekeme dedikte erkekli kadınlı at binip, ov ovlayan kahraman bir tayfa halay ederiz ki; tarihimiz de bunun böyle olduğunu ispatlar  bize. Küçük bir alıntı da vereyim ki okuyup bu tayfanın kim olduğunu daha derinden anlayak; Terekeme veya diğer bir değişle Karapapaklar Oğuz Türklerinden. Bu konuda en önemli araştırmacılardan Ziya Gökalp “Türkçülüğün Esasları”,, Sayfa: 20-24 de aşağıdaki tespiti yapmıştır :

Bugün kültürce birleşmesi kolay olan Türkler, özellikle Oğuz Türkleri, yani Türkmenlerdir. Türkiye Türkleri gibi Azerbaycan, İran ve Harizm ülkelerinin Türkmenleri de Oğuz uruğundandır.

VON HELLWALD’ın (1878:99) kaydettiğine göre, Rus işgalinden önce Osmanlı topraklarında 105 köyde 29.000 Terekeme & Karapapak yaşıyordu.

 

İlk Türklerden itibaren Terekeme Tarihi

Oğuzlar, Oğuz Boyu

Bugün; Türkiye, Balkanlar, Âzerbaycan, İran, Irak ve Türkmenistan’da yaşayan Türklerin ataları olan büyük bir Türk boyu. Oğuzlara, Türkmenler de denir.

Oğuz kelimesinin türeyişiyle ilgili çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Kelimenin boy, kabile mânâsına gelen “Ok” ve çokluk eki olan “z”nin birleşmesinden “Ok-uz” (oklar, koylar) anlamında olduğu ileri sürüldüğü gibi, oyrat (haşarı, yaramaz) kelimesinin eş anlamlısı olduğunu iddiâ edenler de vardır. Ancak kelime, Anadolu ağızlarında “halim selim, ağırbaşlı” mânâlarına da kullanılmaktadır. Arap kaynaklarında ise “guz” veya “uz” şeklinde geçmektedir.

İlk zamanlar Üçok ve Bozok adlarıyla iki ana kola ayrılmış olan Oğuzlar, daha sonraki devirlerde, Dokuz Oğuz, Altı Oğuz, Üç Oğuz adlarında boylara da ayrıldılar. Oğuzlar, yirmi dört boydan meydana gelmişti. Bunlardan on ikisi Bozok, on ikisi Üçok koluna bağlıydı. Tarihçiler, hazırladıkları cetvellerde Oğuz boylarının adlarını, sembollerini ve ongunlarını (armalarını) göstermişlerdir. Buna göre, Bozoklar; Kayı, Bayat, Alka Evli, Kara Evli, Yazır, Dodurga, Döğer, Yaparlu, Afşar, Begdili, Kızık, Kargın; Üçoklar ise; Bayındır, Peçenek, Çavuldur, Çepnî, Salur, Eymur, Ala Yundlu, Yüreğir, İğdir, Büğdüz, Yıva, Kınık boylarına ayrılmışlardı. Bugün Türkiye’de yirmi dört Oğuz boyuna ait işaret ve yer adlarına çok rastlanmaktadır.

Oğuz adına ilk defa Yenisey Kitabelerinde rastlanmaktadır. Barlık Irmağı yöresinde bulunan bu kitabelerde; “Altı Oğuz budunda” sözü yer almaktadır. Öz Yiğen Alp Turan adlı bir beye ait olan bu kitabelerin yazıldığı devirde, Oğuzlar, Göktürklerin hakimiyeti altında altı boy hâlinde Barlık Irmağı kıyılarında yaşamakta idiler.

Altıncı yüzyıldan itibaren Göktürklerin idaresinde toplanan Türk kabilelerinden bir kısmı gibi Oğuzlar da kendi aralarında birlik kurarak Tula-Selenga ırmakları bölgesinde Dokuz-Oğuz Kağanlığını meydana getirdiler. Göktürk kağanlığının, Kutlug Şad (İlteriş Kağan) tarafından 682’de ikinci defa kurulmasından sonra, Göktürkler, hâkimiyetlerini kabul etmeyen Oğuzlar üzerine yürüdüler. Tula Irmağı kıyısında yapılan kanlı bir savaşta, Oğuzlar yenildiler. Fakat, Göktürklerin hâkimiyetini kabul etmediler. İlteriş Kağan, Oğuzlar üzerine birçok sefer düzenledi ve Baz Kağanı öldürdü. Oğuzların merkezi Ötüken ve çevresini ele geçirdi. Bu yenilgi karşısında İlteriş Kağan’ın hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalan Oğuzlar, Göktürklerin Kırgız seferine katıldılar. Göktürk hakanlarından Bilge Kağan zamanında isyan ettiler. Bir sene içinde bir kaç defa harbe giren Oğuzlar; yenilerek, geri çekildiler. Daha sonra Dokuz-Tatarlar ile ittifak kurarak Göktürklerle mücadele ettilerse de yine bozguna uğrayarak, Çin taraflarına göç ettiler. Bir müddet sonra tekrar eski yurtlarına döndüler. Bu mücadelelerde zayıflayan Göktürkler, 745’te Uygurlar tarafından yıkıldı. Bu esnada Uygurlara yardım eden Oğuzlar, Uygur Devletinin dayandığı başlıca boylardan biri oldu. Uygurlarla birlikte Basmıl ve Karluklar’a karşı savaştılar. Fakat zaman zaman Uygurlara karşı da isyan etmekten geri durmadılar. Eski müttefikleri Dokuz-Tatarlar ile birleşerek Uygur Kağanı Moyunçur’a karşı cephe aldılar. Zaman zaman Çin’e gittiler. Daha sonra Çin’den çıkarak eski yurtlarına döndüler. Uygur Devletinin yıkılması üzerine batıya göçerek Sir Derya (Seyhun) kıyılarına ve onun kuzeyindeki bozkırlara yerleştiler. Onuncu yüzyılda, göçebe hayatı yanında, yerleşik bir hayat sürmeye de başladılar. Göçebe Oğuzlar, daha ziyade koyun, at, deve, sığır yetiştiriciliği ve ticaretle uğraşıyorlardı. Yerleşik Oğuzlar ise, Sabran (Karacuk), Suğnak, Karnak, Sütkent gibi şehirlerde oturuyorlardı. Onuncu asırda henüz Müslüman olmamış olan Oğuzlar, inanışları gereği bir takım ibadet ve âyinleri yerine getiriyorlardı. Ancak yaşayış bakımından İslâmiyet’e uygun tarafları vardı. Soy temizliğine ehemmiyet verirlerdi. Bilhassa zina gibi suçların cezası ölümdü.

Onuncu asrın başlarında Oğuzlar, Mâverâünnehir çevresinde yerleşip, Yabgu denilen hükümdarın idare ettiği bir devlet kurdular. Devlet ve millet işlerinin bir mecliste istişare edildiği ve subaşı denilen ordu kumandanı, Yabgu’nun vekili ve nâibi olan tegin, İnal ve Tarkan unvanlarını taşıyan memurlar vardı. Oğuzların bu sıradaki başşehirleri, Sir Derya kıyısındaki Yeni Kent idi. Yabgu Devleti zamanında Oğuzlar, Üçok ve Bozok diye iki kısma ayrılmışlardı.

Onuncu asrın sonlarında İslâm dînini kabul ederek iyice güçlenen Oğuzlar, komşuları Peçenekler ve Hazarlar ile savaşlar yaparak onları yendiler. Fakat 11. yüzyılın ortalarında, Oğuzların İslâm dînini kabul etmemiş olan bir kısmı, Kıpçaklar’ın baskısıyla yurtlarını terk ederek Karadeniz’in kuzeyinden Tuna boylarına, oradan da Balkanlara indiler. İslâm dînine girmedikleri için etraflarını saran Hıristiyan devletlerin baskısıyla kısa zamanda benliklerini kaybederek, örf, an’ane ve geleneklerini unuttular. Eriyip, yok oldular. Geri kalanları da Bizans hizmetine girdiler. 1071’de yapılan Malazgirt Meydan Muharebesi’ne Bizanslıların yanında katıldılar. Fakat çok geçmeden Selçuklular tarafına geçtiler.

İslâm dînini kabul eden Selçuk Bey’in idaresindeki Oğuz boyları ise, Oğuz Yabgu Devleti hükümdarının, kendilerine kötülük yapacağından çekinerek, yurtlarından ayrılıp İslâm diyarı olan Horasan taraflarına gittiler. Mâverâünnehir’de kalan diğer Oğuz boyları da, Kıpçakların hücum ve baskıları sonunda dağıldılar. Böylece Oğuzlar Devleti yıkıldı. Yerlerinde kalan Oğuzlar ise Karaçuk dağları bölgesinde, Mangışlak’da ve Seyhun Nehri kıyılarında yerleştiler. Daha sonra Karahıtayların ve Karlukların baskısı netîcesinde, Horasan’a gelip Selçuklulara tâbi oldular.

Selçuk’un büyük oğlu Arslan İsrâil, Horasan’da hâkimiyet kurup, diğer Oğuz boylarını idaresi altında topladı. Daha sonraları, Tuğrul ve Çağrı Beyler idaresindeki Selçuklular, Sâmânoğulları ile ittifak kurarak, Karahanlılar’a ve Gazneliler’e karşı mücadele ettiler. Selçukluların başarılı idareleri sebebiyle pek çok Oğuz boyu onların hâkimiyetinde toplandı. Birçokları yerleşik hayata geçti.

Selçuklu Devletinin kurulmasında esas rolü oynayan Oğuzlar ve diğer Oğuz boyları, 11. yüzyılın ikinci yarısından itibaren akın akın İran, Irak, Anadolu ve Suriye’ye doğru yayıldılar. Selçuklu Devletinin sınırlarını Ceyhun Nehrinden Akdeniz’e kadar genişlettiler. İslâmiyet’i kabul etmeden önce dünyevî maksatlar ve kuru cihangirlik için çalışan, harp eden ve soylarının temizliğiyle tanınan Oğuzlar, İslâm dînini kabul ettikten sonra, Allahü teâlânın yüce dîni olan İslâmiyet’i yaymaya gayret ettiler. Gittikleri yerlerde doğruluğun, adaletin, ilmin ve medeniyetin savunuculuğunu yaptılar. İnsanlara hizmet etmek, ilmin ve medeniyetin yayılmasını sağlamak için pek çok cami, medrese, kervansaray, hamam ve köprü yaptırdılar. Büyük Selçuklu, Türkiye Selçukluları, Akkoyunlular, Salgurlular, Artukoğulları, Karamanoğulları, Ramazan oğulları, Dulkadiroğulları ve Osmanlı devletlerini kurarak İslâm dîninin yayılmasına hizmet ettiler. İslâmiyet’in ve Müslümanların yok edilmesi için çalışan Haçlılara karşı parlak zaferler kazandılar. İslâmiyet’e, ilme ve adalete karşı olan ortaçağ Avrupa’sına pek çok yenilikleri götürdüler. Dokuz yüz sene boyunca, kurdukları devletlerin sınırları içinde yaşayan bütün unsurlara karşı İslâm dîninin emirleri doğrultusunda hareket ederek, hizmet ettiler. Bugün Türkiye, Âzerbaycan, İran, Türkmenistan, Afganistan, Irak ve Suriye’de yaşayan Türkler, Oğuzların neslindendir.

Yani şunu demek istiyorum güzel okurum, tarihimizi itin-kurdun dilinden değil de, tarihçilerimizin dilinden öğrenin.

Bence bu kadarı yeterlidir. Yalnızca Terekeme ve ya Karapapaklar değil (zaten bu iki ad aynı tayfanın ismidir) tüm Türk boyları kanı ve dili bir olan bir ırkın evladıdır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.