1970’li yılların sonunda, hem Orta Doğu bölgesinin ve hem de milletlerarası münasebetlerin, İsrail ile Mısır’ın barışmasından da daha mühim hadisesi, 1979 Aralık ayı sonundan itibaren Sovyet Rusya’nın Afganistanı işgal etmesidir. Çünkü, İsrail-Mısır barışı, İsrail’in güneyini güvenlik altına almak suretiyle bir stratejik avantaj sağlamış ise de, daha sonraki gelişmelerin de gösterdiği gibi, hem İsrail ve hem de diğer Arap ülkeleri açısından, bölgenin genel yapısında büyük bir stratejik değişiklik meydana gelmemiştir.
Fakat aynı şeyi Afganistan’ın Sovyet Rusya tarafından işgali için söylemek mümkün değildir. Çünkü Afganistan’ın işgali, İran’da Batı taraftarı Şah rejiminin yıkılıp, geleceği soru işaretleri ile dolu ve o sırada iç bölünmelerin tehdidi altına girmiş bulunan Humeyni ihtilali ile aynı yıla rastlamıştır. Yani, İran’ın son derece zayıf ve çalkantılı bir durum içinde bulunduğu bir sırada Sovyetlerin Afganistan’ı işgali, Sovyetler’e, Basra Körfezine, Orta Doğu petrollerine ve Hind Okyanusuna inmek imkanını kazandırıyordu. Bu ise, Batı Asya ve Orta Doğunun stratejik yapısında mühim değişme ihtimalini ortaya çıkarmaktaydı. Aynı zamanda Türkiye için de tehlikelerle dolu bu ihtimalin, başta Birleşik Amerika olmak üzere hem Batı’da ve hem de Orta Doğunun muhafazakar petrol üreticisi ülkelerinde heyecan ve telaşa ve aynı zamanda da bir takım politika değişikliklerine sebep olması bundandır. Afganistan tarihinin bir takım hususiyetleri vardır. Bunların başında ülkenin daima çalkantılar içinde bulunması gelir. Fakat bu çalkantıların ve istikrarsızlıklarının birinci sebebi ise, ülkenin feodal ve kabile hayatına dayanan bir sosyal yapıya sahip olmasıdır. Kabile mücadele ve rekabetleri, Afganistan’ın siyasi istikrarına çok tesir etmiştir. Afganistan’ın bir diğer hususiyeti ise, ülkenin stratejik pozisyonudur. Çünkü Afganistan, Batı Asya ile Orta Doğu ve Orta Asya ile Basra Körfezi ve Hind Okyanusu arasında bir geçit noktasıdır. Ülkenin bu stratejik ehemmiyeti, ülke etrafındaki büyük devletler arasında bir mücadeleye sebep olmuştur. Büyük devletlerin Afganistan üzerindeki bu mücadeleleri de, ülkenin karakteristiğini teşkil eden siyasi istikrarsızlığın bir başka sebebidir. Nihayet, Afganistan hakkında yapılacak herhangi bir değerlendirmede ihmal edilmemesi gereken bir nokta da, İslamiyetin, halkın inancında çok derin bir şekilde yer etmiş olması ve bunun da sosyal ve kültürel hayata istikamet vermekte olduğudur. Afganistan’ın milletlerarası politikanın mühim bir konusu haline gelmesi, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren olmuştur. Çarlık Rusyası’nın 1854-1856 Kırım savaşı yenilgisinden sonra bütün faaliyetini Orta Asya’da genişlemeye tevcih etmesi ve Orta Asya’daki Türk devletlerini yıkarak güneye doğru sarkması, kendisini, Hindistan’ın kuzey sınırları üzerindeki güvenliği endişesi içinde bulunan İngiltere ile karşı karşıya getirmiştir. Bu mücadele, 1907 İngiliz-Rus anlaşması ve bu anlaşmanın Afganistan’ı İngiltere’nin kontrolü altına bırakması ile neticelenmiştir. 1917’de Çarlığın yıkılması ve Rusya’da Sovyet rejiminin kurulması üzerine Afganistan İngiltere’ye karşı Sovyet Rusya’ya dayanma yoluna gitmiş ise de, bu da fazla sürmemiş ve 1933’ten itibaren Afganistan hem İngiltere ve hem de Sovyet Rusya’ya karşı, bir çok Orta Doğu ülkesinin yaptığı gibi, Nazi Almanyasına dayanmaya başlamıştır. 1945’ten sonra Afganistan’ın geçirmeye başladığı iç gelişmeler, zincirleme bir şekilde, 1979 sonunda ülkenin Sovyet Rusya tarafından işgali ile neticelenmiştir. Bu gelişmede ağırlık noktası, Afganistan’ın tarihinde en uzun hükümdarlık yapan Muhammed Zahir Şah’tır. Zahir Şah, 1933-1973 yılları arasında 40 yıl kadar hükümdarlık yapmıştır. 1953 Eylülünde, General Muhammed Davud Han, kansız bir darbe ile Başbakanlığı ele geçirdi ve 1963 Martına kadar sürecek olan on yıllık bir diktatörlük tesis etti. Davud Han’ın dış politikada ilk yaptığı iş, Sovyetlere yanaşmak oldu. Afganistan’ın Sovyet nüfuzu altına girmesi esasında Davud Han’ın diktatörlüğü zamanında olmuştur. Davud Han zamanında Sovyetler Afganistan’a çok geniş ekonomik ve askeri yardım yapmışlardır. Fakat ne var ki, Davud Han’ın Sovyetlere bu derece dayanma politikası halkın tepkisi ile karşılaştı ve kendisine karşı muhalefetin artmasına sebep oldu. Bunun üzerine Davud Han 1963 Martında istifa etmek zorunda kaldı. Kral Zahir Şah Davud Han’dan yakasını sıyırdıktan sonra, 1964 Eylülünde yeni bir anayasa ilan etti. 18 ayda bir komite tarafından hazırlanan ve Loya Jirgah yani Millet Meclisi tarafından kabul edilen bu anayasa, esasında çok demokratik bir anayasa idi. Amerikan anayasasından örnek alarak kuvvetler ayrılığı prensibini benimsemiş idi ve çok partili hayatı öngörmekteydi. Esasında bu anayasa, Afganistan gibi muhafazakar ve kabile hayatına dayanan bir ülke için fazla ileri gitmişti. Belki de bu sebepten, Zahir Şah anayasayı tam olarak tatbik yoluna da gitmedi. Bu da aydınların tepkisine sebep oldu. Mamafih 1965 ve 1969 seçimleri bu anayasa ile yapıldı. 1965 seçimlerinde Meclise girenlerin çoğunluğu muhafazakardı. Marksist kesimden Babrak Karmal da seçilenler arasında idi. 1964 Anayasası en çok Marksistlerin işine yaramış görünüyor. 1966 Nisanında Nur Muhammed Taraki tarafından Halk adlı bir gazete yayınlanmaya başladı. Bütün solcular bu gazete etrafında birleşti. Fakat halktan gelen tepkiler üzerine Halk gazetesi Mayıs ayında savcılıkça kapatıldı. Bu hadise sol hareket içinde bölünmelere sebep oldu ve Babrak Karmal liderliğindeki Parçam (Perçem veya Bayrak) Halk’tan ayrıldı. Karmal, 1968 Martından itibaren Parçam adı ile kendi gazetesini çıkarmaya başladı. Bunun arkasından 1968 Nisanında bir grup daha Halk’tan ayrılarak Şule-i Cavid adı ile bir başka gazete yayınlamaya başladılar. Parçam Moskova taraftarı iken, Şule grubu Çin tarafını tutuyordu. Bir süre sonra Parçam grubu da bölünmüş ve Tahir Badakşi liderliğindeki bir grup Parçam’dan ayrılarak Sitem-i Milli’yi kurmuşlardır. Sitem-i Milli, bilhassa kırsal alanların kalkınmasında Mao’nun sistem ve felsefesini benimsemişti. Bunlar olurken, Muhammed Davud Han, 17 Temmuz 1973’de yeniden bir darbe yaptı ve monarşiyi devirerek ülkede Cumhuriyet ilan etti. Kendisi Cumhurbaşkanı ve Başbakan oldu. Davud Han’ın bu darbesi geniş bir gençlik kitlesi, reform taraftarları, Sovyet Rusya’da eğitim görmüş subaylar ve Marksistler tarafından hararetle desteklendi. Yalnız bu subaylar, Marksist olmaktan ziyade milliyetçi solculardı. Solcular başlangıçta Davud Han’ı desteklemekle beraber, bir süre sonra araları açıldı. Çünkü Davud Han otoktratik bir idare ve şahsi diktatörlüğünü tesis etmişti. Ülkenin tek siyasi partisi, kendisinin lideri bulunduğu Hizb-i Inkılab-ı Milli idi. Mamafih, Davud Han yeniden Sovyetlerle çok yakın münasebetler kurduğu için, Moskova çok memnundu. Solun Davud Han ile arası açılınca, Halk ve Parçam grupları 1977 Temmuzunda tekrar birleşerek Davud Han’a karşı mücadeleye başladılar. Bu ise Davud Han ile solcuların münasebetlerini daha da gerginleştirdi. Neticede, Afgan Marksistleri askerleri de yanlarına alarak, 27 Nisan 1978 sabahı yaptıkları bir darbe ile Davud Han’ı devirdiler. Darbeciler 28 Nisanda da Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. Darbenin liderleri, Nur Muhammed Taraki, Hafizullah Amin, Babrak Karmal ve General Abdülkadir idi. Darbeciler 30 Nisanda 35 kişilik bir ihtilal konseyi kurdular. Konseyin başkanı ve aynı zamanda da başbakan Nur Muhammed Taraki idi. 21 kişilik bir kabine kurulmuştu. Bunun 11 üyesi Halk Partisine, 10 üyesi de Parçam grubuna mensuptu. Kabinenin üç üyesi Sovyet Rusya’da eğitim görmüş subaylardı. Ülkenin şimdi tek siyasi partisi, Halk ve Parçam’ın birleşmesinden meydana gelen Afganistan Demokratik Halk Partisi (Cemiyet-i Demokratiki-yi Halk) idi. Görünen odur ki, İhtilal Konseyi Başkanı, Başbakan ve Başkomutan Taraki, daha ilk günden, diğer sol grupları iktidardan uzaklaştırıp, Halk Partisi’nin tam hakimiyetini kurmaya karar vermişti. Bunun için de müsait bir zaman gelmesini beklemiştir. Nihayet, 1978 Temmuzunda, yani darbeden üç ay kadar sonra, en büyük rakibi Babrak Karmal’a darbeyi vurdu ve Babrak Karmal, Başbakan yardımcılığından ve Demokratik Halk Partisi Genel Başkan yardımcılığından alınarak Prag’a büyükelçi yollandı. Esasında Karmal, uçağa silah tehdidi ile bindirilmiştir. Karmal ile beraber, yakın arkadaşları da görevlerinden alınarak çeşitli büyükelçiliklere tayin edilmiştir. Bunlar, iki ay sonra büyükelçilik görevlerinden de azledilmiştir. Karmal Moskova’ya sığınmış ve Moskova Karmal’ı, Taraki’ye karşı bir koz olarak elinde tutmuştur. Sıra şimdi askerlerden kurtulmaya gelmişti. Taraki bunu da gerçekleştirdi. 20 Ağustos 1978’de, Milli Savunma Bakanı ve 27 Nisan darbesinin aktif elemanlarından General Abdülkadir bu görevinden alındı. Milli Savunma Bakanlığını Taraki kendi üzerine aldı ve Başbakan Yardımcılığına da, Dışişleri Bakanlığı üzerinde kalmak üzere Hafizullah Amin’i getirdi. Taraki 1978 sonbaharından itibaren Sovyetlerle çok yakın bir işbirliğine girişmiştir. Sayıları 5.000’i bulan her alandaki Sovyet uzmanları akın akın Afganistan’a gelirken, pek çok Afganlı da Sovyet Rusya’ya görderildi. Taraki Moskova’ya yaptığı ziyarette, 5 Aralık 1978 günü, Sovyet Rusya ile 20 yıl süreli bir Dostluk, İyi Komşuluk ve İşbirliği Antlaşması imzaladı. İki devlet arasında askeri işbirliği, dolayısıyla ittifaka yakın bir bağ kuran bu antlaşmanın bilhassa 4’üncü maddesi, Sovyetlerin 1979 Aralık ayında Afganistan’ı işgaline dayanak olmuştur. Zira bu maddeye göre, taraflar, karşılıklı olarak, ülkelerinin güvenliğini, bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak için, birbirleriyle danışma içinde olacaklar ve karşılıklı muvafakat ile gerekli tedbirleri alacaklardı. Taraki, Parçam’ı ve askerleri yolunun üzerinden temizlemiş ve Sovyet Rusya’yı da yanına almış olmakla beraber, karşısına çok ciddi bir engel dikilmişti ve bu engel de Taraki’yi yıkacaktır: Bu da Afgan milliyetçilerinin komünist rejime karşı direnmeye başlamalarıdır. Taraki, muhafazakar Afgan halkının komünizme karşı tepkisini tahmin ettiği için, dini ibadete mümkün olduğu kadar geniş bir serbesti tanımış ve nüfuzlu din adamları ile geniş bir diyalog kurmaya çalışmıştır. Halkı rejimin yanına çekmek istemiştir. Kur’an ile Marksizmi birarada yürütmek istemiştir. Fakat halkın direnişini önleyememiştir. Milli direnişin ilk işaretleri, 1978 Eylülünden itibaren ülkenin doğu bölgelerinden gelmeye başladı. Halk Taraki rejiminin memurlarını öldürmeye başladı. Hadiseler kısa sürede genişleyerek bir iç savaş halini aldı. 1979 Martı geldiğinde 28 vilayetten hemen yarısında Müslüman Milliyetçiler (Mücahidin) hükümet kuvvetleri ile çarpışıyordu. Başkent Kabil’de bile zaman zaman silahlı çatışmalar görülmekteydi. Ülkenin her tarafından bir çok direniş grupları ortaya çıktı. Afgan ordusundan kaçan bir çok subay ve asker de milliyetçi direnişçilere katılmaktaydı. Taraki’nin milliyetçi direnişlerle başedememesi üzerine, Hafizullah Amin 1979 Martında başbakanlığı üzerine aldı. Bu esasında Taraki’ye karşı bir darbe idi ve Taraki buna sesini çıkaramadı. Amin, direnişi bastırmak için Sovyetlerden artan bir şekilde yardım almaya başladı. Sovyet askerleri Afganistan’a gelmeye başladı ve hatta zaman zaman milliyetçilerle çarpışmalara girmek zorunda kaldılar. 16 Eylül 1979 günü Kabil’de silahların patladığı dört saatlik bir toplantıda Taraki öldürüldü ve Hafizullah Amin iktidarı ele geçirdi. Amin’in iktidarı ile beraber, milliyetçi mücadeleyi bastırma işini Sovyetler kendileri üzerlerine aldılar. O kadar ki, Aralık 1979 ayında Afganistan’da zaten 20 bin kadar Sovyet askeri bulunuyordu Bu arada Amin halkı yatıştırmak için, genel af ilan etmek gibi bir taviz politikasına başladı. Bir taraftan da Taraki taraftarlarını temizliyordu. Amin’in de bu işi beceremiyeceğini anlayan Sovyetler, 24 Aralıktan itibaren uçaklarla Kabil havaalanına asker indirmeye başladılar. Üç gün süren bu faaliyetten sonra 27 Aralık 1979 günü Sovyet askerleri hükümet dairelerini işgal ettiler. Oyuna getirilmek suretiyle iki Afgan tümeni de silahtan tecrit edildi. Afganistan Sovyetler tarafından işgal ediliyordu. 27 Aralık günü Babrak Karmal Sovyet Rusya’dan radyo vasıtasiyle Afgan halkına yaptığı konuşmada, “hürriyet günü”nün geldiğini ve yeni bir Afganistan’ın doğmakta olduğunu bildirerek, halkı yeni hükümeti desteklemeye davet etti. Kendisi ancak 1 Ocak 1980’de Kabil’e gelmesine rağmen, 28 Aralık günü, Babrak Karmal başkanlığında bir İhtilal Konseyi’nin kurulduğu ve Karmal’ın aynı zamanda Afganistan Demokratik Halk Partisi’nin de genel sekreteri olduğu açıklandı. Yine aynı açıklamada, Hafizullah Amin’in İhtilal Mahkemesi kararı ile idam edildiği de bildirildi. Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgali bütün dünyada ve bilhassa Batı’da büyük heyecan ve tepki ile karşılandı. Çünkü Afganistan’ı ele geçirmekle Sovyetler, Basra Körfezi ve Orta Doğu petrolleri istikametinde mühim bir ilerleme kaydetmiş oluyorlardı. Eğer İran sağlam bir durumda olmuş olsaydı, Sovyetlerin elde ettikleri bu stratejik avantajın ehemmiyeti azalabilirdi. Yerleşmemiş bir devlet otoritesi ve çeşitli etnik grupların başkaldırması ile 1979 yılının sonunda İran’ın durumu gözönüne getirilirse, Sovyetlerin ne büyük bir stratejik avantaj elde ettikleri kolaylıkla anlaşılır. O günden bugüne İran, dış darbelere karşı koyabilecek bir duruma gelmediğine göre, Sovyetlerin bu avantajı değerini hala koruyor demektir. Şah’ın devrilmesi ile, Amerika’nın Orta Doğuda mühim bir dayanağı kaybetmesi ve arkasından da Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgali, Amerika’nın Orta Doğu hakkındaki stratejik değerlendirmelerinde büyük değişiklikler yapmıştır. Şimdi Orta Doğu petrolleri Sovyet Rusya’nın yakın tehdidi altına giriyordu. Bu sebeple, Amerika, Körfez petrollerine bir saldırı halinde hemen savaş alanına sevkedilmek üzere, 300 bin kişilik bir Hızlı İntikal Kuvveti (Rapid Deployment Force) teşkiline başladı. İkinci olarak, 1980 yılı başından itibaren Başkan Reagan’ın idaresi ile birlikte, Amerika Arap-İsrail barışını gerçekleştirerek bölgeye bir istikrar getirmek için çabalarını arttırdı. İşgali takip eden gelişmeler ise şöyle özetlenebilir: Başkan Carter 28 Aralık 1979 günü yaptığı konuşmada, Sovyetlerin Afganistan’ı işgalini, “milletlerarası hukuka aykırı” “kaba bir müdahale” diye isimlendirdiği gibi, 3 Ocak 1980’de de Senato’ya gönderdiği bir mesajda, SALT-II anlaşmalarının müzakeresinin ertelenmesini istedi. Senato bu teklife hemen uydu ve bugüne kadar bu anlaşmaları tasdik etmedi. Dolayısiyle SALT-II’de yürürlüğe girmemiştir. Amerika’nın bu tepkisine Sovyetlerin verdiği cevap ise, milletlerarası politikada eşi görülmemiş bir pişkinlik örneğidir. Tass Ajansı 30 Aralıkta Aleksey Petrov imzası ile yayınladığı bir makalede, Afganistan’ın işgalini, daha önce sözünü ettiğimiz, 1978 tarihli Sovyet-Afgan dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği antlaşmasının 4’üncü maddesine dayandırmış ve Afgan hükümetinin isteği üzerine bu ülkeye asker sevkedildiğini söylemiştir. Afgan hükümeti ancak 28 Aralıkta Sovyetlerden resmen yardım istemiştir. Halbuki Sovyetler 24 Aralık günü Kabil’e asker indirmeye başladılar ve Sovyet askerleri de 27 Aralık günü hükümet binalarını işgal ettiler. Brejnev de, 12 Ocak 1980 günü Tass Ajansı vasıtasiyle yayınlanan bir mülakatında, Afganistan’ı, dışardan gelen silahlı bir saldırıya karşı korumak ve Afganistan’ın milli bağımsızlığını, hürriyetini ve şerefini savunmak için bu ülkeye asker sevkettiklerini söylemek gibi ikinci bir pişkinlik örneği verdi. Afganstanın Sovyetler tarafından işgali, en fazla, bu ülkenin komşusu olan Pakistan’da ve Suudi Arabistan başta olmak üzere İslam ülkelerinde heyecana ve endişeye sebep oldu. Afganistan’ı işgal etmekle Sovyet Rusya şimdi Pakistan için doğrudan doğruya bir tehlike haline geliyordu. Pakistan’ın kuzeyinde zayıf bir Afganistan’ın yerine, şimdi Sovyet Rusya gelip oturmuş olmaktaydı. Bunun Pakistan’ın güvenliği için ne derece sakıncalı bir durum olduğu açıktır. Bir diğer nokta da, Sovyetlerin Afganistan’ı işgali üzerine, binlerce ve binlerce Afganistanlının komünizmden kaçarak Pakistan’a ve İran’a iltica etmeleridir. Daha Hafizullah Amin 1979 Eylülünde darbe yaptığı zaman bir çok Afganlı ülkeden kaçarak Pakistan’a sığınmıştı ki, bunların sayısı daha o zaman 400.000 kadardı. Sovyet işgalinden sonra kaçış daha da hızlandı. O kadar ki, 1982 Şubatında Pakistan’a sığınmış bulunan Afganlıların sayısı 3 milyonu bulmuştu. Bu kadar çok insanın bakımı da Pakistan ekonomisinin sırtına yüklenmiştir. Her ne kadar Birleşmiş Milletler de mültecilerin bakımına katkıda bulunmuş ise de, masrafın yarısı yine Pakistan’ın üzerinde kalmıştır. Bazı petrol üreten Arap ülkeleri ve bilhassa Suudi Arabistan da Pakistan’a yardım etmiştir. İran’a sığınan mültecilerin sayısı ise 500 bin civarında kalmıştır. İşte bu sebeplerle, Pakistan Güvenlik Konseyini harekete geçirerek, Sovyetlerin Afganistan’dan çekilmesini sağlamak için Güvenlik Konseyi’nden karar çıkarmak istedi ise de, çıkacak karar Sovyetlerin aleyhine olacağı için, her defasında Sovyetler tarafından veto edildi. Bunun üzerine Pakistan iki kuruluşu harekete geçirerek Sovyetlere baskı yapmak istedi. Birincisi B.M. Genel Kurulu idi. Genel Kurul 14 Ocak 1980 de aldığı bir kararda, Sovyet Rusya’nın adından bahsetmeksizin, yabancı kuvvetlerin Afganistan’dan çekilmesini ve mültecilerin evlerine dönmelerinin sağlanmasını istedi. 104 lehde, 18 aleyhte ve 18 çekimser oyla kabul edilen bu kararda Sovyet Rusya’nın adının zikredilmemesi, şüphesiz üzücü idi. Tabi Sovyetlerin de Afganistan meselesinde ilk başarısı oluyordu. Pakistan ve Suudi Arabistan bir yandan da İslam Konferansını harekete geçirdiler. İslam Konferansı Dışişleri Bakanları 27-29 Ocak 1980 günlerinde, Pakistan’ın başkenti İslamabad’da olağanüstü bir toplantı yaptılar. Toplantı sonunda yayınlanan kararda, B.M. Genel Kurulu’nun kararından çok farklı olarak, Sovyet Rusya açıkça mahkum ediliyor, Sovyetlerin müdahalesi için “işgal” deyimi kullanılıyor, Sovyet askerleri çekilmedikçe Babrak Karmal hükümetinin tanınmaması isteniyor, İslam ülkeleri Afganistan ile diplomatik münasebetlerini kesmeye davet ediliyor, Afganistan’a komşu olan İslam ülkeleri ile dayanışma içinde olduğu bildiriliyor ve komünist rejime karşı mücadele eden Afgan milliyetçilerine de her türlü yardımın yapılması isteniyordu. İslam Konferansı 11’nci normal toplantısını yine İslamabad’da 16-22 Mayıs 1980 günlerinde yaptı. Fakat Ocak ayına nazaran havanın şimdi daha yumuşadığı görüldü. Çünkü, bu toplantıda alınan kararlarda, Sovyet Rusya yine mahkum edilmekle beraber, meseleye “siyasi çözüm” bulmak amacı ile, “ilgili taraflarla” görüşmek üzere, İran ve Pakistan Dışişleri Bakanları ile İslam Konferansı Genel Sekreterinden meydana gelen bir “Aracılık Komitesi” kuruldu. Babrak Karmal, kendi hükümeti resmen tanınmadıkça, bu Komite ile görüşmeyi reddetti. Bundan sonra da İslam dünyası Afganistan konusundaki eski heyecanını kaybetti. O günden bugüne meseleye bir “siyasi çözüm” aranmaktadır. 1980 Ağustosunda Polonya’da Dayanışma sendikasının hürriyetçi hareketinin patlak vermesi, Batı’nın dikkatini Afganistan’dan Avrupaya çevirdi. Bilhassa Batı Avrapa için Polonya Afganistan çok mühim idi. Bununla beraber, Afganistan meselesini her vesile ile ortaya atmaktan geri kalmayan devlet yine Amerika olmuştur. Fakat Polonya hadiselerinin Sovyet Rusya’ya Afganistan’ıkazandırdığı da bir gerçektir. Ne var ki, Amerika’nın Vietnam bataklığı gibi, Sovyetler de Afganistan bataklığının içine saplanmışlardır. Afganlıların milliyetçi direnişi o kadar sert olmuştur ki, Sovyetler Afganistan’daki kuvvetlerini daha 1980 yılında 85 bine çıkarmak zorunda kalmışlardır. 1980 yılının sonuna kadar da, ölü ve yaralı olarak 15.000 kayıp vermişlerdir. Buna rağmen, 1982 yılında dahi ülkeyi tamamen kontrolları altına almış değillerdi. Afganistan Sovyetler için insan ve para yiyen bir savaş makinası haline gelmiştir. Diğer taraftan, Afganistan’ın işgalinin iki mühim neticesi daha olmuştur. Bunların birincisi, Pakistan’ın stratejik ehemmiyetinin artması ve bu ülke üzerinde Sovyet tehdidi ihtimalinin ortaya çıkması üzerine, Amerika ile Pakistan arasında, bir süredir iyi gitmeyen münasebetlerin bir yakınlaşmaya dönüşmesidir. Pakistan Dışişleri Bakanı’nı 1981 Nisanında Amerika’ya yaptığı ziyarette, Amerika’nın beş yıl için 2.5 milyar dolarlık yardım yapması kararlaştırılmıştır. Bir diğer netice de, Pakistan ile Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşmadır. Pakistan şimdi Suudi Arabistan için de ehemmiyetli olmaya başlamıştır. Pakistan ile Suudi Arabistan arasında askeri bakımdan da bir işbirliğinden söz edilmiştir. |
Kaynak : Fahir ARMAĞANOĞLU – 20.Yüzyılın Siyasi Tarihi |