Yıllar önce Bakü`de yaşayan bir adamın öyküsünü anlatacağım sizlere. Nemes Tanrıverdi denen adamın. “Nemes” rusçada “alman” anlamına gelmektedir. Nemes Tanrıverdi öylece kendihalinde bir bekçidir. Yenice kurulmuş devlet televizyonunda bekçilik yapmaktadır. Akşamları gelir, sandalyesine kurulur, cigarasını yakar, radyodan yıllar önce öğrendiği bir türküyü tutturur:
Faytoncuyum, atım kara…
Gelip geçen, her sabah işe giden,her akşam işten çıkan işçiler ona selam verirler, yanıbaşında durmadan hızla uzaklaşır, onun kim olduğunun, nasıl bir öyküsünün bulunduğunun farkına bile varmazlar. O, da durumundan hiç şikayetci değildir. Seccadesini ıslatan gözyaşlarından başka birkimse bilmez hikayesini. Bir gözyaşları tanıktır durumuna, bir de ıslak seccadesi…
Ha, bir de öyküsünü bir kişi daha bilir. O da dönemin televizyon müdürüdür. Kimseye anlatmamıştır ama sırrını. Nemes Tanrıverdi gül gibi yaşar gider. Yine tüttürdüğü cigarası, tutturduğu türküsü, ıslak seccadesi, zaman zaman dolduğunda bulutlardan inen yağmur misalı gözlerden inen yanaklarına doğru süzülen gözyaşları hep yanıbaşındadır.
“Akşam- i şerifleriniz hayırlı olsun, Tanrıverdi efendi.”
“Tanrıverdi efendi” – diye bir kişi çağırabilir yalnız onu. Gülümseme belirir dudaklarında. Bu genç delikanlı ona kendi gençliğini anımsatır. Yer ayırmıştır ona yüreğinin baş köşesinden zaten. Hiçbirisi bunun nasıl gerçekleştiğini sorsan anlatamazlar. Ama hasbelkader belli bir konuşmalardan sonra aralarındaki bunca yaş farkına rağmen, arkadaşlıkları samimiyete dönüşmüştür. Sevmiştir bu genç delikanlıyı Nemes Tanrıverdi.
“Tanrıverdi efendi, bana İstanbulu anlatsana.”
“Nesini anlatayım, be oğulcuğum?”
“İstanbul telli duvaklı bir gelindir.”
“Bu denli güzel, yanı?”
“Güzel de laf mı?”
Oysa bir kere görmüştür İstanbul`u. O bile yetmiştir. Anlata anlata, öve öve bitiremez. Camiileri, çarşıları, ezan sesleri, nuryüzlü dedeler. Gençliğinin İstanbul anıları. Şap diye kesiliverir ansızın herşey. Gözlerinin önüne bir karenlik çöker. “Su” – diye inler sadece. Dili, dudağı buz kesmiştir. Aklına o zamanlar geldiğinde hep böyle olur. Halk Cumhuriyeti zamanında eğitim gönderildikleri Berlin`deyken duydukları bir haberle hepsi yıkılmışlardı. Ülkeleri bağımsızlığını kaybetmişti. Geri dönemeyeceklerdi isteseler de. Ama o kararlıydı. Işin ucunda ölüm bile olsaydı, yine Vatanına geri dönecekti.