Karnındaki doğmamış bebeği ise, Rahila’nın 4 mermi saplanmış bedeninde hayata sımsıkı tutundu ve soykırım gecesinden 6 ay sonra, sağlıkla doğdu; mucizenin adı oldu…
Cayır cayır yanıyordu Hocalı. Ve Ermeni canilerin insan aklının sınırlarını zorlayan işkencelerinin hedefindeki Azerbaycan Türkleri için, o andan sonra küllerinden doğabilmenin tek yolu vardı:
Mucize!
Rahila Guliyeva ve 22 yaşındaki kızı Zarife, Hocalı’nın işte o mucizeye beden olan Zümrüdüanka’ları.
“Annem için…”
İki yıl önce, Taksim’de bir otelin lobisinde tanıştım onlarla. İstanbul’dan dünyaya “Bu soykırım değilse, soykırım ne” diye haykırmaya, Fransa Cumhurbaşkanı’na yazdığı “Soykırımı tanıyın” mektubundan sonra, böyle bir insanın var olmadığını iddia eden Ermenistan’a da “Ben varım, hayattayım, işte buradayım ve o mektubu ben yazdım. Annem nasıl benim için yaşadıysa, ben de onun için yaşayacağım. Soykırımı tanıtana kadar yaşayacağım, çalışacağım…” demeye gelmişti Zarife.
Oğlunu bırakmadı
25 Şubat 1992 gece yarısı, Hocalı’dan çıkıp, çoğu için “çıkışı” olmayan Ağdam yoluna girdiklerinde hamileydi Rahila Guliyeva. Zifiri karanlık… Soğuk dondurucu… Başka çıkış yoktu; yürümek zorundaydılar 20 kilometrelik çetin yolu.
2 yaşındaki oğlu Samir’i işaret ederek “Sen hamilesin, taşıyamazsın, onu bana ver” dedi, amcasının oğlu. Anne yüreği, “Onu benden iyi kimse koruyamaz” diyerek reddetti Rahila; daha da sıkı sarıldı oğluna.
Ormanda göz gözü görmüyordu; bir anda -nereden, nasıl geliyor anlamak mümkün değildi- kurşun yağmaya başladı vücutlarına. Rahila, vücudu kalkan olabilsin diye neredeyse içine sokacaktı Samir’i, öyle sardı, sarmaladı kolları.
Olmadı.
Bir aile, 22 şehit
Vücuduna isabet eden dört kurşundan biri göğsünü delip geçtikten sonra kendini siper ettiği Samir’in bedenine saplandı. Sadece oğlunu değil, Rahila o gece, o ormanda, ailesinin Hocalı’dan çıkabilen bütün fertlerini kaybetti; tam 22 kişi:
“Evdeydik. Her taraftan… Her taraftan gülleler yağıyordu. Her taraftan top, tüfek sesleri geliyordu. Her tarafı Ermeniler almıştı. Artık şehir yanıyordu. Biz bir çıkış yolu bulmak için meşelere, dağlara gittik… Orada olanlardan, kalanlardan bir daha hiç haberimiz olmadı. Ve orada ben hayat yoldaşımı, eşimi kaybettim! Oğlumu kaybettim! Kaynanamı, kaynatamı, baldızımı, baldızımın yoldaşını, onların 4 yaşındaki kızını, kaynımı, kaynımın 8 yaşındaki kızını kaybettim! Kaynımın hayat yoldaşı, eltim kolundan yaralandı. Bir baldızımın hayat yoldaşı öldü… 18 yaşındaki oğlu öldü… Bunların hepsi şehit oldu!.. 22 şehit verdik, 8’ini geri alıp defnedebildik. Hepsi bir gecenin içinde, gözümüzün önünde mahvoldu… ”
Karnındaki doğmamış bebeği merak ediyorsunuz değil mi?
Annesinin kurşun yağmuruna tutulmuş bedeninde hayata sıkı sıkı sarıldı, ölmemiş olması, sağlıklı doğması-doğabilmesi; hepsi mucizeydi ve bu mucizeyi gerçekleştirmeyi başardı, soykırım gecesinden 6 ay sonra hiç görmediği ağabeyinin son nefesini verdiği ana kucağındaydı Zarife!
“Benim atam nerede”
Hayatının geri kalanını, çok büyük acılarla, Allah’ın ona armağan ettiği kocaman bir umudun arasında arafta geçiren Rahila devam ediyor:
“Şöyle bir şey hayal etmeye çalışın, ben her gün düşünüyorum ki benim iki yaşında oğlum orada şehit oldu. O iki yaşındaki oğlum, her gün düşünüyorum ki ’bugün üç yaşında olacaktı’, ’bugün dört yaşında olacaktı’, ’bugün üniversiteyi bitirmiş olabilirdi’, ’bugün asker olabilirdi’… Hep bunları düşünüyorum, o vakit çetinliklerim oluyor. Maddi-manevi zorlanıyorum. Bu zorlukların üstesinden gelemediğim zamanlar oluyor. Çok ağır, çok… Zarife çocukken çok sordu, ’Anne benim atam nerede? Herkesin atası var, kardeşi var benimkiler nerede? Ben niye tekim?’Biraz büyüdükten sonra ona şehitlerimizin resimlerini gösterdim. ’Bundan sonra ’BENİM ATAM NEREDE’ diye hiç sorma senin baban da bu şehitlerden biri, o vatan uğrunda şehit oldu’dedim. Zarife’nin hayatı oyuncaklarla değil şehit resimleriyle geçti. Çoğu zaman işten eve geldiğimde onu Hocalı şehitlerinin resimlerine bakarken buluyordum. Çok zordu…”
Tanıştığımızda 20 yaşındaydı Zarife, bugün 22’sinde…
“Çocuk değilim, her şeyi görüyorum” diyor;
“Hocalı’da yapılanın bir soykırım olduğunu da görüyorum ve bunun tanınması için Türkiye’den destek bekliyorum…”