Birleşik ve Büyük Türkistan İdealının Öncülerinden Mustafa ÇOKAYOĞLU
Yücel TANAY
Alaş Orda hükümetinin üyesi, Kazak Türk’ü bir lider olan Mustafa Çokay, hayatı boyunca Çarlık Rusyası ve Sovyet işgali altında bulunan Türk halklarının birliğini savundu.Türkistanın Kazak, Kırgız, Özbek ve Türkmen gibi ayrı devletlere bölünmesine karşı çıkan Türkistan birliğinin en önemli savunucularındandır.
Mustafa Çokay, Türkistan tektir. Bunu Kazak, Kırgız, Özbek ve Türkmen gibi ayrı devletlere bölmek Ruslar’ın işidir.” Sözüyle Rusların Türkistan’ı parçalama siyasetine karşı Türkistanın birliği siyaseti onun yaşam mücadelesinin parametresi olmuştur.
Türkistan tarihi Timur Rönesans’ından sonra sönmeye başlamış, on altıncı asırdan itibaren Türkistan Türklüğü siyasi birliğini bir daha kuramamış, kültürel açıdan da parçalanmaya başlamıştır. Kitle iletişimin sözlü olduğu, cami, medrese ve tekkelere dayandığı bu asırlarda haberleşme ve ulaşım imkanlarının kısıtlılığı içinde siyasi birlik ve güven olmayınca Türk Dünyası’nın kendi içinde kültürel hareketleri de fevkalade azalmış topluluklar belirli coğrafi alanlar ve kabile ilişkilerine lokalize olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Kültürel gelişmenin gittikçe donuklaşması ve zamanla diğer kesimlere nazaran farklılaşmanın önemli bir sebebi de budur. Bu parçalanma giderek kabile bazına, Türkistan havzasında şehir, kasaba hakimlerinin uzun süreli kavgaları, kabileleri birbirine düşman etmiştir. Rus emperyalizminin Türkistan ’da ki yayılışının kolaylığı bundan kaynaklanmıştır. Bu şekilde Türk coğrafyasında Rus emperyalizmin yol açtığı en büyük olumsuzluk yerli Türk unsuru yanında yabancı etnik unsurlarında çoğalmasına yol açtığı görülmektedir.
Çarlık Rusyasının Türkistan’ı işgali 1860-1884 yılları arasındaki seferlerin sonucunda tamamlanmıştır. 1860 yılından itibaren Ruslar, Hazar’ın doğusundaki bozkır ve yarı çöl alanları istilâ ederek Seyhun, Çu nehri ve Isık Göl’ü ele geçirip Aral denizine kadar bölgeleri elde etmişlerdi. Hanlıklara karşı resmî bir tavırla Rus ilerlemesi 1865’te başlamıştı. General Çernayev kumandasındaki ordunun hücumu ile başlayan faaliyetler neticesinde Hokand Hanlığı’nın elinde Fergana vadisiyle sınırlı topraklar kalmıştır. Bu arada Taşkent Ruslar tarafından ele geçirilmiştir. Ardından 1868’de Buhara Emirliği’nin Rusya himayesine girmesi gerçekleşmiştir. 1873’te Hîve Rus Birlikleri tarafından zaptedilmiş, 1876’da Hokand Rusların eline geçmiştir. 1879’da Göktepe’de Ruslar, Türkmenler önünde başarısızlığa uğradılarsa da 1884’te Türkmenler de kontrol altına alınmıştır Türk hanlıklarının kendi aralarındaki çıkar çatışmaları, eğitim ve teknolojide geri durumda olmaları yanında dış siyasette etkilerinin bulunmaması sebebiyle Türkistan’ın işgali milletlerarası alanda tepki uyandırmamıştır.
XIX. yüzyılda Ruslar bölgede yeni şehirler kurmuştu. Bu şehirlerin kuruluşu Rusların koloni idaresini kolaylaştırma amacını güdüyordu. Ayrıca demiryolu politikası da bölgede Rusların güç dengesini koruyucu bir rol oynamıştır.
Ruslar uzun süren istilalar sonucunda Türkleri madden ve manen perişan etmişlerdi. Uyguladıkları şiddetin yanında ağır vergilerle Türklerin bir daha bellerini doğrultamayacak kadar ezilip fakirleşmelerini sağlayacak bir siyaset izlemişlerdir.
Ayrıca sayıları önce binleri ve sonra da yüz binleri bulan Rus göçmenlerini getirip Türk topraklarına iskân etmeye başlamışlardır. Topraklarının verimli kısımlarının çoğu ellerinden alınıp Rus göçmenlerine verilen dolayısıyla ağır vergileri ödeyemez hâle gelen Türk halkı Rus makamları ile onların birer maşası durumunda bulunan yerli idarecilerin elinde çok zor bir hayat yaşamışlardır. Bunun yanında Rusların Türkleri kolonileştirme faaliyetlerinden biri de kaleler inşası olmuştur. Kale yapmak bahanesiyle on binlerce kilometre karelik Kazak toprakları halktan zorla alınıyor, kale inşası bittikten sonra da etrafa Kossaklar iskân ediliyordu. Bu idare ve kolonileştirme siyasetine karşı Türkler yer yer isyanlarda bulunmuş olsa da ayaklanmaları kanlı bir şekilde bastıran Ruslar, iskân politikalarına hız vererek hem ileride Türkistan’ın geri kalan kısımlarını kolayca işgal etmek, hem de toprakları zorla elinden alınmış Kazakların başkaldırmalarını önlemek için yüzbinlerce Rus göçmenini Kazakistan’a yerleştirmişlerdir.
Ruslar Türkistan Hanlıklarını işgal ettikten sonra kurdukları “Türkistan Genel Valiliği” ile Türkistan’ı kontrolleri altında tutmaya çalışmışlardır. Rus emperyalizminin en belirgin özelliği, istila ettiği ülkelerin en verimli, stratejik noktalarına Rusları yerleştirmek ve hâkimiyeti altına almaktı.
Çarlık Rusya’sı emeline ulaşabilmek için bir takım “Ruslaştırma” politikalarına gütmeye başlıyor.
1)Çarlık döneminde uygulanan ve sonuç elde edilen Türkleri Hıristiyanlaştırma politikasıdır..Ve Ruslaştırma politikası olan İlminiskiy metodunu Türkistan ‘da uygulamaya başlıyorlar ..Fikir babalığını Rus milliyetçisi Nikolay İl’miniskiy(1822-1891)yaptığı bu metodun amacı, Rus hakimiyeti altında yaşayan Türklere Rus dilini öğretmek, müşterek bir Türk dili yerine her Türk boyu için mahalli konuşma dilini amaçlayan ve farklı ana diller icat ederek, bu diller için Rus karakterli farklı alfabeler kabul ettirmek ve böylece onları Ruslaştırmaktır.
Bu politika sonucunda aynı soyda gelen, aynı dili konuşan insanlar arasındaki birlik parçalanmış, yeni diller ve yeni milletler yaratılmaya başlanmıştır. Böyle bir hareketin başında misyoner İl’miskiy’in talebesi ve Türkistan Genel Valiliği’nin kültür danışmanı Ostroumov bulunuyordu. Çarlık Rusya’sının son döneminde başlayan uluslaşma süreci gelecekteki Sovyet politikalarına da dayanak oluşturmuştur.
2)Sovyet Rusya’sı Dönem: Bolşevik ihtilalı öncesinde ve sonrasında Ruslar niyetlerini ustalıkla gizlemeye çalıştılar. İhtilaldan hemen sonra 24 Kasım 1917’te “Rusya Halklarının Hakları Beyannamesi”nden sonra “Rusya’nın ve Şark’ın Bütün Müslüman İşçileri”ne hitaben, Lenin ve Stalin’in imzaları ile güçlü bir üslup içinde bir beyanname yayımlanır. Bu beyannamede bütün Müslüman Türker’in cami ve mescitleri, dini inanç ve adetlerinin Rusya’nın Çarlarınca tahrip edildiği, bundan böyle tüm inançların, adetlerin serbest olacağı ve dokunulmayacağı ve bu hakların Rusya’nın bütün halklarının hakları gibi ihtilalın ve onun organları olan işçi, asker ve köylü Sovyetlerinin korumasında olacağı ve bunun için ihtilala destek olmaları istenir.
Böylece ihtilaldan sonra zaman kazanmak için Türklere yukarıda olduğu gibi bir takım vaatlerde bulunulur.”Rejimin Yerleştirilmesine” kadar Çarlık dönemi kötülenir. Bolşevikler kendilerinin bir umut olduğunu ve istenilen her türlü (başta kültürel olmak üzere) hakların verileceği böylece belirtilir. Fakat düşmanlarını ortadan kaldırdıktan sonra sıra yine Türklere gelir.
Zeki Velidi Togan’a göre Rusya’da merkezi idare Bolşeviklerin eline geçmeye başlar. 18 Mart 1918’de Alaş-Orda Hükümeti Kızılordu hükümetince dağıtılır, 1919’da bu federasyondan Müslüman kelimesi silinerek, milliden ziyade iktisadi bir birlik şekline getirilir. Bu şekilde Türkistan’da ki kültürel kimliğin bir yansıması olarak çeşitli muhtariyetlerin ve kongrelerin ismine dahi tahammül edilmediği görülür. 1918 yılından itibaren Türkistan’ın birçok yeri işgal edilmeye başlanır. Bunun sonucunda 1921-1923 yılları arasında bir milli hareket olarak ”Basmacılık” Türkistan’ın en ücra köşelerine kadar bir çete hareketi olarak yayılmaya başlar.
Türkistan ve diğer Türk illeri bu şekilde istila edilerek 1925’ten sonra Türkistan kelimesi Rus haritalarından, lügatlarından kaldırılarak yasaklanır. Sadece “Türkistan Askeri Bölgesi” isminde kalır ve ardından Türkistan beş ayrı cumhuriyete bölünür (Batı Türkistan’da). İşte bundan sonra büyük bir “Kültür Emperyalizmi” başlar. Türk Milleti’ni ayrı gibi gösterme ve lehçe farklarını artırma gayretkeşliğine girilir. Sovyet Rusyası’nın bundan sonraki kültür politikası sistemli olarak Özbek, Kazak, Kırgız, Türkmen ve Tacik milletlerinden, dillerinden, bunların geçmişte zorla Türkleştirildiklerinden, kendilerine has tarihlerinden, edebiyatlarından sitemli bir şekilde bahsederek, bunların ayrı ayrı olduklarını ve Türkistan’daki Türkçülük içerisinde Özbekçilik, Kazakçılık, Türkmencilik, Kırgızcılık gibi boy/asabiye duygularının ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.
Lenin Proleter Kültürünü, kitlelerin şuuruna aşılamak arzusunu taşıyordu. Stalin şekilce milli, muhtevaca proleter kültüründen başarı kazanacağına inanıyordu. Özerk bölgeleri de kapsayacak şekilde tüm milliyetlere kendi etnik dilinde eğitim yapma ve kültürünü geliştirme hakkı tanınmıştı. SSCB’de Lenin ile başlayan “Uluslar Politikası” genelde self determinasyon ilkesinden hareketle 1924 anayasasında ayrılık hakkına yer verse de aslında cumhuriyetlere telkin edilen ve denetlenen politika “Birliğe Sadakat” oldu.
Ulusal kültürün gelişmesi için öncelikle standart yazı dilleri oluşturulacak, böylece ulusal dilde eğitime ağırlık verilmiştir. Bunlara uygun eğitim seferberliği başlatılarak mevcut lehçeler birleştirilerek ortak ulusal dil oluşturulmuştur. Böylece kültür kaynaklarını işletmek, alfabelerin Slavlaştırılarak, milli varlığı kendi köken, örf ve kültüründen koparmak Ruslaşmaktı.
1917 İhtilalından önce bütün Türkistan’da Arap alfabesi kullanılıyordu. Arap alfabesinde Türkçe harflerin yetersizliği, buna karılık Türkçede sesli harflerin çok önemli olmasına rağmen Arapçanın lehçe farklarını gizlemek gibi bir faydası vardı. Böylece bütün aydınlar Türkçe konuşurlar ve zorluk çekmeden anlaşabiliyorlardı. Bu şekilde Rusya’nın diğer bölgeleri ile de rahatça haberleşebiliyorlardı.1917’deki Bolşevik İhtilalından sonra siyasi tazyik ile Komünist partisi emrindeki linguistik kurultayında alınan kararlar ile hayata geçirilmeye başlanır.
1917 İhtilalından sonra Sovyet liderlerinin ilk teşebbüsü Arap alfabesini geliştirerek mahalli lehçelere uygulamak olur. Ancak kısa zamanda eski alfabenin kullanılması ile Türkleri Ruslardan ayırdığı için bu tehlikeden kurtulmak amacıyla 1925’te Arap alfabesiyle basılı kitap ve mecmuaların ithali yasaklanır.1926 Bakü Türkoloji Kurultayında Yakovlev ve diğer Rus ilim adamları Latin alfabesini methetmeye başlıyor ve 1929 yılında bütün Rusya’da Türkler böylece Latin alfabesine geçmiş oldu. Amaç geleneksel Arap alfabesinin terk edilerek eski kültürle (önceki İslam kültürü) ve Türkiye arasında oluşacak “Kültürel Bağların” koparılmasıdır
Türkiye’nin aynı yıllarda Latin alfabesini kabul etmesi (Kasım 1928) Sovyetlerin hesabını bozmuş, Türkleri sevindirmiştir. Bu seferde Türkistanlılar yine Ruslardan uzaklaşarak Türkiye’ye yaklaşma ihtimali vardı. Türkistan’da Latin alfabesinin kullanılması Rusçanın öğrenilmesini de zorlaştıracaktı. Üstelik 1932 ve 1938 katliamlarıyla bir kere alfabe değiştirmiş ve ikinci bir değişikliğe karşı direnme gösterecek Türkistanlı aydınların çoğu yok edilmişti. Bunun etkisi de geride kalanlarda direnme gücüde bırakmıyordu.
Bu süre içerisinde 1937’de Bakü’de “İmla ve Terim” konferansı toplanır. Kültürü sosyalleştirme, Ruslaştırma taraftarları ile Kültürün milli ve Türk vasfını korumak isteyenler arasında şiddetli bir mücadele olur. Mehmet Emin Resulzade her iki tarafın isteklerini kendine göre değerlendirir.
1939-1940 yıllarında Sovyet hükümeti yeniden Latinceden Rus-Kıril alfabesine geçmeyi kararlaştır. Bundan on yıl önce Arap alfabesinden Latin alfabesine geçerken Latinceyi methedenler, bu kez Latinceyi kötüleyerek değiştirilmesini istiyorlardı.
Yine böylelikle talebelerin iki ayrı alfabe öğrenerek kurtulacakları öne sürüldü. Bu değişiklik Kıril alfabesinde bulunmayan Türkçe sesler için farklı semboller kullanılmasına da imkân tanır. Böylece Türk fonetiğine uydurulması için birkaç sembol eklenerek ”BİRLEŞİK TÜRK LATİN ALFABESİ” getirilir. Bu oluşturulan yeni alfabede bütün Türk lehçelerindeki sesler aynı işaretle yazılırken, Kıril alfabesinde aynı ses değişik cumhuriyetlerde değişik harflerle gösterilmeye başlanır. Bu tür uygulamalar sonucunda Türk Dünyasında üç farklı kökene dayalı (Latin-Arap-Kıril) 27 farklı alfabe ve iki büyük yazı diline bağlı yirmi çeşit yazı dilini kullanır hale gelmiştir.
Bütün bu politikalar sonucunda görüldüğü gibi dünyada hiçbir millete ve topluluğa uygulanmayan, sadece Türklere uygulanan emperyalist politikalar soyu, dili, kültürü bir olan “Türk Dünyasını” her yönden parçalı bir hale getirmiştir. Uluğ Türkistan önce doğu-batı diye sonrada batı Türkistan kendi içerisinde yapay olarak beş ayrı cumhuriyete Rus ve Sovyet kültür emperyalizmi politikaları sonucunda parçalanmış ve istenilen amaçlara ulaşılmıştır.
1929’larda Stalin iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra ulusal liderlerin tavsiyesi ile birlikte tüm Sovyet cumhuriyetlerinde Ruslaştırma sürecine başlanır ve bu dönemde uygulanan dil ve alfabe politikaları ile Rusça yeniden önem kazanır. Rusçanın ikinci ana dil statüsüne yükseltilmesi Kuruşçev ve Brejnev dönemlerinde başlar. 1958-1959 Eğitim reformunda Kuruşçef “Her orta öğrenim mezunu Rusçayı tam olarak öğrenmiş olmalıdır.” demiştir.
Sovyetlerin Dil Politikası:
1-Tüm dillere eşitlik
2-Rusçanın ortak üstün dil olması
3-İradi çift dillilik
4-Ana dillerin ihmalinin açıklanması
5-Rusçanın yabancı dil olarak eğitim sistemine girişi şeklindedir.
Latin alfabesinin yerini Kıril alfabesinin alması, ulusal destanların, kahramanların(Örneğin Azerbaycan’da Dede Korkut, Özbekistan’da Alpamış) kitaplarda çıkarılması, özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra Sovyet zaferi ve kahramanlığının Rus halkına mal edilmesi ve Çarlık Rusya tarihinin olumlu bir hale getirilmesi bu süreç içinde kültürel açıdan en çarpıcı örneklerdir.
Böylelikle dünya tarihinde ilk kez uygulanan bu model içinde halk siyasi kimlik olarak Sovyet vatandaşlığını benimsiyor ve kendi etnik kökeni ile ilgili kimliğini ikinci plana atıyor. Bu durum SSCB’nin verdiği özel kimlik ve pasaportlarda da açıkça belirtilmekteydi.
Lenin, Stalin, Kuruşçev ve Brejnev dönemlerinde izlenen kültür politikalarında bazı önemli değişimler olmakla beraber ulusal tarih ve kültürün Sovyet öğretisi dışına çıkması ve 1917 öncesine dönmesi engellendi. Sovyetlerin Türkistan’daki Türklere reva gördüğü bu dil ve alfabe değişikliği politikaları W.Kolarz’a göre Avrupalı beyaz adam bile Afrika’da böyle bir kültür emperyalizmine gitmemişti. Kazak Türkleri Ruslaştırmaya karşı “Kazak Edebiyatı” dergisi etrafında birleşerek mücadeleye başlarlar. Bu şekilde Rus müstemlekeciliğini diğer Avrupalı müstemlekecilerden farklı kılan başlıca özellik, istila edilen topraklara milyonlarca Rus göçmeninin planlı bir şekilde iskân edilmesidir.
Sovyetler bu tür kültür emperyalizmini meşru göstermeye çalışırlarken genç nesillerin körpe dimağlarına bu fikirler aşılanarak proleter kültürü almış komünistler yerleştirilecekti. Fakat milli ve manevi değerleri yıkamadılar. SSCB ideolojisi büyük yenilgiye uğradı. 29 Ekim 4 Kasım 1956 tarihleri arasında Stalinabad’da toplanan “Orta Asya Arkeologları ve Etnologları İkinci Kongresi” nde İslami inanç ve geleneklerin doğumdan ölüme kadar devam ettirildiği itiraf edilerek, yeni propaganda usulleri bulunması, bunun içinde kültürel ve sosyal bakımdan büyük bir hamle içinde olduğunu belirterek 1959 nüfus sayımlarına göre SSCB’deki Türkler otuz beş bin olarak gösterilmiş ve bütün Türkler kabilelere, boylara bölünerek ayrı milletlermiş gibi “Böl ve Hükmet” siyasetine uygun bir şekilde verilmiştir. Bu kardeş halklarının ”Türkistan’a yardım” yardım adı altında yapılan bu Ruslaştırma ve Sovyet vatandaşlığına kırsal kesimden daha fazla direnme gelmektedir. Bu yüzden Ruslaştırmanın ağırlık noktası şehirlerdir.
Tüm bunlar Sovyet emperyalizminin günümüzdeki sonuçlarını doğru okuyabilmek ve görebilmek açısından önem kazanmaktadır. Böylece günümüzde Türk cumhuriyetlerinde varlığını devam ettiren bazı inanç ve yaşantılar kaynağını o dönemde, Sovyet ideolojisine direnç gösteren ve tam olarak asimile edilemeyen “kırsal kesimden” almıştır.
İster çarlık dönemi olsun ister Sovyet Rusya dönemi iki dönemin ana stratejisi Rus milliyetçiliği Türkistan’ı Ruslaştırmaya dayanır, Çarlık Rusya’si bunu Türkistan’da Rus misyonerler vasıtasıyla Türkistanlıları Hıristiyanlaştırmaya çalışırken Sovyet Rusya komünist idaresi’’ Sovyetlik ‘’ adı altında yapay bir millet yaratarak Türkistan Türklerini Ruslaştırmaya çalışmıştır.
Bugün Rus işgali altındaki Türk cumhuriyetleri bağımsızlığını kazanmış ;fakat Rusların Türkistan’ı parçalama siyaseti ne yazık ki başarılı olmuş,Türkistanlılık kimliği yerine Kazaklık, Özbeklik, Türkmenlik,Kırgızlık denen Türk boylarının kimlikleri almış bu olay Türkistanı güçsüz düşürmüştür.Güçlü bir Türkistan için öncellikle Türkistanlı Türk kimliğinde birleşmek gerekir.
Ruslar, Türkistanda ektikleri ayrılık tohumlarını bağımsız olmalarına rağmen Rusyadan ayrı siyaset gütmek isteyen Türk cumhuriyetlerine karşı kullanıyor,aynı soydan olmalarına karşı, Kırgızı ,Özbeğe, Özbeği,Kırgıza karşı kullanarak gösteriyorlar.
Türkistanın birliğinin yılmaz savunucusu Büyük kahraman Mustafa Çokayı rahmetle anıyoruz,onun yaktığı bağımsızlık ateşi umarım Batı Türkistan’daki Türk cumhuriyetlerinin Türkistanlılık kimliği altında birleşmeye ve çin işgali altındaki Doğu Türkistanın bağımsız olmasına ve Batı ve Doğu Türkisistanın UluğTürkistan adı altında birleşmesine yol açar.
Kaynakça:1) Nevzat Kösoğlu,Milli Kültür ve Kimlik,(İstanbul:Ötüken Neşriyat,1992),s.246-247;2)Baymirza Hayit, SSCB’deki Türklüğün ve İslam’ın Bazı Meseleleri,(İstanbul:Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı,1987),s.187.
3) Baymirza Hayit, a.g.e.,s.26-27.Nadir Devlet, “Çarlık Rusya’sı ve Sovyetler Birliği’nin Türk Tarihine Bakışı”,Avrasya Etütleri,4 (Kış 1995/96,Ozel Sayı),s.92.
4)Alexendre Bennigsen,Sufi ve Komiser,(Çev:Osman Türer,Ankara:Akçağ yay.1988),s.45.
5) Sabahattin Zaim,Türk ve İslam Dünyasının Yeniden Yapılanması,(İstanbul:Yeni Asya Yayınları:1993),s.20.
6)Ali Akış, “Kazan Hanlığı’nın Ruslarca İşgali”,Kırım,12(Ocak-Şubat-Mart 1996),s.27.
İklil Kurban, “Türkistan’da Ceditçilikten Türkçülüğe”Türk Yurdu,37(Eylül 1990),s.40.
7)Atilla Artam,Türk Cumhuriyetlerinin Sosyo-Ekonomik Analizleri ve Türkiye İlişkileri,(İstanbul:Yıldız Yayınları,1993),s.40.
8)Saadettin Gömeç,Türk Cumhuriyetleri ve Türk Toplulukları Tarihi,(Ankara:Akçağ Yayınları,2003),s.169.
9)Emin Kubanlı,”Rus Kolaniazminin Kuzey Kafkasya’daki Tahrifadı”Türk Yurdu,64,s.19.
10) Vahit Türk,”Sovyet Rusya’da Türkler’i Ruslaştırma Siyaseti”,Türk Yurdu,79(Mart 1994),s.11.
11)Şuayb Karakaş,”Türk Dünyasında Dil ve Gönül Birliği”,Türk Yurdu,60,s.15.,Metin Karaörs,”Türk Cumhuriyetlerinde Ortak Bir Yazı Diline Doğru”,Türk Dünyası Araştırmaları,88(Şubat 1994).
kaynak :http://www.uyghurnet.org/27951-2/