Son ayların ve günlerin manşet olayı Türk Dünyasında değil hem de bütün dünyada göz önünde olan Türkiye Azerbaycan ilişkileridir. 30 Yıla yaklaşan bir zaman zarfında Ermeni işgalinde tutlan Azerbaycan toprkalarının azadlığını kutlama günü Zafer Yüyrüşünü Cumhur başkanları İlham Aliyev ve Recep tayyib Erdoğan’ın birlikde kabul etmesi tarihi gelişmeleri sergiliyordu. Türk Dünyası yeni düzene giriyor bütünleşiyor,birlik oluyordu. Tarhçilerimizin gözü ile bi bakalım dedik tarihçi yazar Necati Gültepe’yi konuşturduk. Arşiv uzmanı ve yazar. 1951 yılında Erzincan’da dünyaya gelmiştir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun olmuştur. 1971 yılında İstanbul İl Halk Kütüphanesinde Devlet Memurluğu yapmıştır. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünde uzman olan yazar İstanbul Vakıflar Bölge Kültür ve Arşiv Müdürlüğü de yapmıştır. Araştırma – İnceleme, Deneme, Din & Mitoloji kategorilerinde eserler kaleme almıştır.
Necati Gültepe: Kafkasya coğrafyasında yer alan büyük Türk denizini temsil eden Azerbaycan hinterlandı içinde kalan Ermeni, Gürcü, Rus ve Farslılar tabii olarak büyük Türk denizine katılmış küçük dereciklerdir
Hocalı Haber: Necati Bey, Azerbaycan konusu çalışmalarınız arasında özel bir yer kaplıyor. ‘’Osmanlı Devleti ile Kafkasya’’, ‘’Osmanlı Devleti ile Azerbaycan’’ çalışmalarınız çok önemli. Bu gün bile etkisinden kurtulamadığımız Çaldıran konusu var. Ne idi Türk dünyasını böyle yakıp kavuran?
–
Necati Gültepe: Soruaların cevaplarına geçmeden önce Türk sosyo-kültür dünyası ve coğrafyası ölçeğinde Azerbaycan’ın yerini tanımlamak lazım. Türk kültürü siyasal teşkilatlanma ve diğer kültürlere olan açıklığı ile muazzam bir uyum kabiliyetine sahiptir. Arkasında muazzam bir tarihi ve kültürel birikim vardır.Bu coğrafyada Türk milli varlığı atomun çekirdeği gibidir. Çekirdek olmadan maddeden söz edilemez. Bu bağlamda Türk Devletinin bulunduğu yerde Türk siyasal iradesi olmadan hiçbir etnisitenin hür olarak yaşama şansı yoktur. Beraber yaşadığımız azınlıklara ve bütün sosyal gruplara adalet ve eşitlikten başka önereceğimiz başka bir şey olmamalı. Keza onlar da bunu istiyor. Hiçbir devlet ve millet hele Türk milleti egemenlik ve siyasal hâkimiyetini asla paylaşmaz. Kuzeyde tün ortasından güneyde kün ortasına kadar: “Tundra kuşağından Akdeniz havzasına, Mezopotomya’ya, Türkistan’dan, Adriyatik sahillerine kadar ulaşan 12 milyon kilometrekarelik alan Türk kültür ve medeniyetinin tarihsel olarak meskûn olduğu coğrafyadır. Tarihi dönemlerde bu coğrafi literatürde ki alana “Eski dünya” denir. Toplam alanı 85 milyon kilometrekaredir. Bu alanın 3/2 sini oluşturan 55 milyon kilometrekarelik alan tarihsel süreçte Türk boy ve topluluklarının siyasal olarak denetim altına aldıkları alandır. Türk kültürünün coğrafi derinliği ve genişliğine bakıldığında Avrasya’nın kalpgâhı olan bir bölgeyi kapsar. 20° doğu boylamı Budapeşte’de Gül Baba tekkesi Batı’daki en son Türk eseri 100° doğu boylamı Saha-Yenisey hattından Tarım havzasına kadar olan alanın en doğu ucudur. Güneyde Sudan -Hartum ve Suakin limanından Yemene, Kuzeyde Tundra kuşağını takiben Petersburg, Tümen ve Sibirya’ya kadar olan Türk kültürünün coğrafyasıdır. Şimdi bu tanımı daha iyi anlamak için şöyle bir benzetme yapalım: “Türk kültür havzası” Bu tanımın resmini zihnimizde şöyle çiziyoruz: bir akarsuyun kaynağından denize varıncaya kadar geçtiği bütün alanın doğa örtüsünü (bitki ve hayvan) her türlü birikimini de içine alarak denize ulaşması…Irmak denize vardığında veya karıştığında diğer akarsularla organik bambaşka bir büyük yapı oluşturur. Artık Karadeniz içerisinde Kızılırmak, Yeşilırmak, Çoruh suyunu ayıramazsınız artık o suya deniz denir. Dere veya çay, nehir ayırımından söz edilemez. Yani Balkanlarda Ortadoğu’da Kafkaslar’daki Afrika’daki bütün mücadelelerde karşılarında bu coğrafyaları temsil eden siyasal akıl ve antikiteler Türklüğü anlamış, algılamış tescil ederek tanımlamışlardır. Misal Kafkasya coğrafyası içinde yer alan büyük Türk denizini temsil eden Azerbaycan hinterlandı içinde kalan Ermeni, Gürcü, Rus ve Farslılar tabii olarak büyük Türk denizine katılmış küçük dereciklerdir, artık burada denizin hükmü, hukuku ve kimliği geçerlidir… Çünkü; Bu süreçlerde Türk tarih ve devlet felsefesine baktığımızda ‘ana milletin’ yani ‘denizin’ ya da ‘Türk Milleti’’nin: “siyasal egemenliğini” kişi ve zümreler dahil hiç kimseyle paylaşamayacağı kesindir. Tam bu noktada bir tarihi anekdot’a yer vermeliyim….
Quintus Curtius ‘in ” İskender ” kitabında: İskender Makedonya’dan çıktıktan sonra MÖ 328 lerde Semerkant civarında bir yere gelir ve Sakaların/İskitlerin komutanı kendisini karşılar. Komutan kendisine şöyle der;” Buraya dost olarak geldiyseniz mesele yok, sizi ağırlamaktan şeref duyarız. Yok düşman olarak geldiyseniz , unutmayın ki biz sizinle ta.. Tuna nehrinde sınırdaşız… Ve sizi kendi sınırınıza kadar kovalarız…”
Azerbaycan Cumhuriyeti, eski Türk boylarına ve devletlerine ait kültürel mirası üzerinde barındırması sebebiyle Türk dünyası için büyük önem taşımaktadır.
Azerbaycan’daki Saka, Hun Avar, Hazar, Bulgar, (Kök)türk, Uygur, Sarmat, Kıpçak, Kimek, Peçenek Nogay, Ağaçeri, Sabir, Şirvanşahlar, Selçuklu, İldeniz (Atabey), Harezmli, İlhanlı, Celayirli, Temürlü, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevî, Afşar, Kaçar ve Osmanlı… dönemlerine ait pek çok eser vardır. Bütün bu tarihi eserler Türklerin milattan önceki dönemlerden bugüne kadar bu bölgede yaşadıklarına tanıklık etmektedir. Her biri bir önceki dönemin âdeta devamı niteliğindedir. Söz konusu eserler farklı dönemlere ve farklı Türk boylarına ait olmalarına karşın Türklerin ortak yaşayış ve inanışını, dünya görüşünü, sanat ve estetik anlayışını da yansıtmaktadır. Bu arada Günümüzde önem arzeden Azerbaycan’ın birer vilayeti konumunda ki iki belde Revan ve Karabağ tarihi hakkında da bilgi vermeliyim…
Revan Şehri
Revan şehrinin kuruluşu bazı kaynaklara göre eski çağlara kadar uzanmaktadır. Arap kaynaklarında ise bu şehir hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Yavuz Sultan Selim’m Çaldıran seferinden sonra, Revan surları önünde konakladığından bahsedilmesi ile, bu şehrin adı ilk kez Osmanlı tarihlerinde yer almıştır.Kanunî Sultan Süleyman döneminde bu bölgedeki muhtelif faaliyetlerde Revan şehrinden bahsedildiği görülmektedir.Revan’ın Osmanlı topraklarına katılması III. Murad döneminde, özdemiroğlu Osman ve Ferhad Paşalar’in, Demirkapıya kadar yaptıkları seferlerle olmuştur (1583). Revan şehri 1827 yılında Ruslar tarafından işgal etmiş, 1828 Türkmençay Anlaşması sonucu Revan Ruslar’a bırakılmıştır. Revan, 1828’te Nahçivan ile beraber, Rus Çarı tarafından Ermeni eyaleti olarak ilan edilmiş,tir. 1829’da askerî idarenin, 1850’de ise bölgesinde aynı adla anılan vilayetin merkezi haline getirilmiştir. 1868’de vilayet nüfusu, (667.000) nun büyük çoğunluğunu Türkler teşkil ediyordu. Revan merkez kazasının nüfusu 1897 sayımında 127.072 olarak belirlenmişti. Vilayet nüfusunun 407.000 kadarını (% 61) Türkler, 247.000 kadarını ise (%37) Ermeniler teşkil ediyordu. Ancak ilerleyen yıllarda göçler, katliâmlar ve siyasi baskılar yüzünden Türk nüfus sürekli azalmış ve azınlığa düşmüştür…
Karabağ,
Âraplar döneminde “Arran ” adı ile anılan, Müslüman Türkler’in hâkimiyeti altına girdikten sonra Karabağ adını alan; Azerbaycan’da Kür ve Araş ırmakları ile Gökçegöl arasındaki dağlık bölge ile bu bölgeye bağlı ovalardan ibaret 18.000 km yüzölçümünde yüksek bir yaylanın adıdır. Uzun asırlar çeşitli Türk devletlerinin hâkimiyetinde Türk toprağı olarak kalan Karabağ, Rus işgalinden sonra çeşitli İdarî bölünmelere tâbi tutulmuştur. 14-Mayıs 1805‘te Karabağ Hanı İbrahim Han’la, Kafkas birliklerinin Başkomutanı Sisianov arasında imzalanan andlaşma ile Karabağ Hanlığı Rusya’ya tâbi olmuştur.
Türklerin Azerbaycan’a Gelişleri
Türklerin Azerbaycan’a ilk gelişlerinin M.Ö. VII. yüzyılda Sakalar zamanında olduğu sanılmaktadır. Daha sonra M.S. IV. ve V. yüzyıllarda bölgeye Akhunlar gelmişlerdir. Akhunlar Ermeni kaynaklarında “Haylendurk” adıyla anılmaktadır. Bu kelimenin sonunda yer alan “durk”un “Türk” kelimesinin değişmiş şekli olması ihtimali kuvvetlidir. Akhunlar Azerbaycan’da yerleşmemişlerdir. Azerbaycan’da kalıcı olarak gelip yerleşen ilk Türk kavimleri M.Ö. 120 ile M.S. 503 yılları arasında buraya gelip yerleşen
Bulgar, Hazar, Ağaçeri, Saragurve Sabır Türkleri’dir. Bu Türk kavimlerine ait coğrafî yer adları hâla yaşamaktadır.
Safevîler döneminde Azerbaycan’da;
Erdebil ve Mugan çevresinde Ustaclu, Şamlu, Tekelü, Baharlu, Dulgadurlu, Avşar, Kavanlu, Kozanlu, Kaçar, Varsak, Karabağ’da Cevanşir; Derbend dvarında Hamaslı, Musullu, Kirhlu, Bayat; Serav’da Esperlü; Ahıska’da Kazak; Şirvan’da Aİpavut gibi Türkmen boylan yer alıyordu. Safevîlerin başkentlerini İsfahan’a nakletmelerinden sonra çok fazla güvendikleri bu Türkmenleri Orta ve Güney İran’a, hatta Özbekler’e karşı kullanmak üzere Horasan’a götürdükleri görülmektedir. Şah İsmail, yönetimi altındaki bu Türkmen boylarına çok önemli mevkiler vermiştir. Çaldıran savaşı ve felaketi doloyısı ile Türk’ün Türk le çarpışması meselesini soruyorsunuz? Kısaca cevap vereceğim: Tarihte, ‘Türk Türk’e karşı’ savaşmayan vuruşmayan hiçbir Türk boy oymak ve devleti duyulmamıştır…. Tarihteki bütün Türk devletleri biribiri ile savaşmışlardır. Hatta bazen savaştan öte geçmiş biri birlerine insanlık dışı işkence, muamele yapmışlardır, mesela: “Kıpçaklar Macarlarla girdikleri bir savaşta öldürdükleri askerlerin burunlarını kesip karşı tarafa göndermişler. Bir başka savaşta ise Macarlar öldürdükleri Kıpçakların penislerini kesip göndermişler. Peçenekler de düşmanın kulağını kesip karşı tarafa gönderirlermiş. Gazneli Mahmut savaşta mağlup ettiği askerlerin bir daha ok atamasınlar diye baş parmaklarını kestirip Selçuklu beyine göndermiş. Alaaddin Keykubat da Yassıçemen savaşında öldürülen Harezmli (Türkmen) askerlerin penislerini kespitirip soydurarak 300 çadır ördürmüş ve bunları Konya’ya getirip sergilemiştir. Bu olay sebebiyle Erzurum yakınlarındaki o yaylaya Taşak Yazığı (Taşak yaylası) denilmiş. Neden böyle olduğunun ve bu saçmalıkların izahı için uzun bir sosyo-tarih analizi gerektirri….”
(devamı var)