19 Ocak 1990…Bendeniz 14 yaşında idi. Her akşam olduğu gibi yine Bakü ve Azerbaycan’dakı olayları ,özgürlük mücadilesini izlemek için televizyon başında idik..Aniden yayın gitti.Ne olduğunu anlayamadık .Bir kaç saat keçdikten sonra ŞUŞA’dan yerel bir kanal yayına girdi .Sunucu Rus Sovyet Ordusunun Baküde katliam yaptığını ve Ordunun Güneye ve Batıya doğru irelilediğini ,yollarda da katliam yaptığını pek heyecanlı bir şekilde anlatırdı.Orduyu durdurmak için halkı direnmeye sokaklara çağırırdı .Çok korku ve heyecan içinde izledik yayını .Bu yayının bu şekilde halka hitapı doğrusu bir çokları doğru bulmadı .Halkı o günlerde sokaklara ve tankların karşısına çağırmak doğru degildi .Çünkü düşmenin gözü dönmüştü .Sivil kayıp sayısı artabilirdi..Şuşa televizyonu susdurulandan sonra Lenkeran televizyonu haber yükünü kendi omuzlarına aldı.
Sabahısı gün her kes olayın şokunda idi…Azerbaycanın köylerinden şehirlere kadar millet Moskova’ya karşı kin ve neftret içinde idi..Çok kişi Komunist Parti biletini yakıyordu ..
Sovyet Piyonerler Birliği SSCB’de kitlesel bir çocuk örgütü idi.Öncüler 9-14 yaş arası öğrencilerden oluşuyordu.Birliğe katılımda guya gönüllülük esas idi .Ama öyle degildi .Her şey mecburi idi.Ben de o zaman mecburen Piyoner Birliğinin üyesi idim.Ve kırmızı kravat giymek zorunda idik .20 OCAK SABAHISI BEN DE KIRMIZI KRAVATIMI bir ağacın üstüne koyarak yaktım ve o günden Sovyet ‘cocuğ’u olmayı redd ettim .
Bütün gazeteler o gün şehitlerden,Kızıl Ordu’nun Bakü’deki katliamından yazıyordu.
Şairler sanki yeni edebiyyat yaratmıştılar..Onlarla gazete alırdık .Ailede her birimizin elinde bir gazete vardı .(O gazeteleri ve o dönemde çıkan dergileri köyde-baba ocağımızda bir torbaya yiğip saklamıştım).Şehitlere ağıtlar yakan millet olmuştuk …Ayın 22’de şehitleri milyonlar yola saldı .Bakünün sokakları kırmızı karanfiller idi..Karanfil’in Azerbaycan edebiyatında tarihe ağlayarak girdiği gece vardır ki o gece’ye ‘Karanfilin ağladığı gece’ derler.
Bakü’de 20 Ocak 1990 tarihinde silahsız insanlara rastgele ateş açan ve üzerlerine tanklar süren Sovyet askerleri, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 137 kişiyi hunharca katlederken, 700 kişiyi ise yaralamıştı.
Yaptıkları katliama ve sokağa çıkma yasağına ramen rus tankından , topundan ,tüfeğinden korkmayarak millet meydanlarda idi. Ölümün gözüne dik bakan bir millet dişmenin silahından korkarmı ?.Kesinlikle biliyorum ki,o günler Baküde olan rus askerleri halkın bu Kahramanlığından psikolojik olarak çökmüştüler .Onlar uzun seneler ve bu gün bile o sahneleri unutamamışlar .Bir millet yumruğuyla tankın üzerine gediyorsa o milletden korkulur .Ve öyle de oldu ,korktular ve korktukları da başlarına geldi .
20 Ocak’ta Sovyet Ordusunun Bakü’de yaptığı katliam Azerbaycan halkının bağımsızlık mücadelesini bastırma girişimidir;
kaynak:Azatlık Radyosu (RFE/RL):Azerbaycan edipleri Lenin Meydanı’nda halk hareketine destek verir.Ayakta:şair ce yazar İslam Sadık.Oturanlar:şair Kabil (1926-2007),yazar İsmail Şıhlı(1919-1995) ve şair Bahtiyar Vahabzade(1925-2009).Arka fondakı tamamen kendi işine dalmış kişi ise bir sonrakı misraların yazarı olarak tanınan Halil Rza’dır(1932-1994):
Azadlığı istemirem
Zerre-zerre, gram-gram
Kolumdakı zəncirləri kıram gerek
Kıram! Kıram!
Azadlığı istemirem
Bir hab kimi, derman kimi
İsteyirem sema kimi,
Güneş kimi, Cahan kimi.
Ordu neden Baküye girdi?
O zamanın Sovyet Lideri Gorbaçov söylemişti ki,Ordu Baküye Radikal dincilik,yani dinî fundamentalizmi önlemek için girdi,diger bir bakan Ordunun Azerbaycan Halk Cabhesinin darbe yapmasını önlemek için girdiğini ,bir digeri ise ‘ordu parlamento seçimlerinde AHC-nin zaferini önlemek için girdi’ diye açıklamalarda bulundular ..Ve en isabetli ve doğru olan da sonuncunun söyledikleri idi. Gerçekten o zaman Azerbaycanda halk artık rejime güvenmiyordu ve sokaklarda idi.Ermenilerin zülmüne göz yumduğu için Moskova’ya öfke ve kin kusuyurdu .Eylül 1990’da da seçimler olacaktı .Eger Ordu Baküye girmeseydi seçimi %90 o zamankı mühalifler ve demokratlar kazanırdı ve bu da Azerbaycanın otomatik SSCB-den ayrılması demek idi .Guya ruslar bunu önlemek için Baküde katliam yaptılar ki,rejimin ömrü uzasın .Doğru ,o zamankı seçimlerde yaptıkları engeller sonrakı seneler Azerbaycanın başına belalar getirse de Azerbaycanın bağımsız ve özgür olmasını ve Sovetlerin dağılmasını engeleyemedi ve rejimin dağılmasını daha da hızlandırdı .
O süreci dilerseniz Türk Dünyası’nın en büyük şairlerinden, Bahtiyar Vahapzade’nin kaleminden aktaralım :
19-20 Ocak 1990 “Kanlı Yanvar”olayları:
O gece doğan her on çocuktan sekizi erkek doğdu.Allah bizimledir!…
16 Ocak 1990… Akşam vakti bahçeden yükselen “Allah-u Ekber” sesini duyunca balkona çıktım. Son 20 yıldır abidelerin korunması idaresine çevrilmiş ve bize komşu olan caminin minaresine 5-6 gencin çıktığını gördüm. Ellerinde milli cumhuriyetimizin üç renkli bayrağı dalgalanıyordu. Bu gençler, atamız Mehmet Emin Resulzade’nin yükselttiği bayrağı minareye dikerek, “Allah-u Ekber” diye bağırmaya başladılar. Onlar 20-25 yaşlarındaydı. İlahi!
Üç renkli milli bayrağımızın mevcudiyetini onlar nereden biliyorlardı? “Allah-u Ekber”i yüreklerine nakş edenlerin dilleri kesildiği zaman dünyaya gelen bu gençler bu mukaddes kelamın sırrını ve gücünü nereden biliyorlardı? Kulaklarının duymadığı, gözlerinin görmediği ve dillerinin söylemediği üç renkli bayrak, Mehmet Emin ruhu ve“Allah-u Ekber” nidası onların hafızasında yaşıyor ve onları gizli bir ateş gibi içeriden yakıyormuş. Bu ilahi sırra nasıl hayret etmeyesin, İlahi?
“Ruhumun senden İlahi, budur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli,
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli!”
19 Ocak 1990 tarihinde gece saat 12’de en modern silahlarla donatılmış ordu Bakü’ye girdi ve çıplak ellerle toprağımızı savunmak isteyen oğullar ve kızlarımızı kana boyadı. İki yüz yıla yakın bir zamandan beri toprağımızdan emip götürdükleri kızıl (altın) petrolle birlikte, kızıl kanımızı da akıttılar. Toprağımızın bütünlüğünü korumak isterken öldürülen çiçeği burnundaki gençler, kız ve gelinlerimizin günahı neydi? Vatan toprağını sevmek, onu korumak dileği ne zamandan beri günah sayılıyor?
40-45 yıl önce şimdi sizin ellerinizde şehit olan gençlerin babaları Rus topraklarını korumak için can vermediler mi? Babalarımızın o zaman size yaptıkları hizmetin ve fedakarlığın karşılığını böyle mi ödeyecektiniz: 200 yıldan beri senin kölen oldum, hizmetçin oldum. Allah’ın bütün günlerinde senin için çalıştım, sana canım ve kanım pahasına petrol verdim! Yetiştirdiğim ürünlere hasret kalıp onları sana gönderdim. Sayemde dünyanın en kudretli devleti oldun, dünyaya meydan okudun, ülkeleri korkuttun. Tank paletleri altında ezilmek mi idi iyiliğimin karşılığı? Biz bu sistemi kabul ettik, ama Allah kabul etmesin!
Beni “egemen” devlet olarak ilan etmen bir yıl dahi olmadı. Ne çabuk sözünden caydın?Ne çabuk egemenliğime son verdin?
Sen ne zaman imzaladığın antlaşmalara, verdiğin sözlere sadık kaldın ki, buna da sadık kalasın? Zamanın tabi ve kanuni hükmüne boyun eğerek esir milletlere cüzi de olsa hürriyet vermeye mecbur kalmıştın. Geçici hürriyetten faydalanıp kaldırdığımız kafayı ne çabuk ezdin!
Yok başka türlü de olamazdı. Çünkü gaddarlık ve zalimlik senin tabiatındadır. Kendi tabiatına nasıl zıt hareket edebilirsin?
O kanlı Cumartesi gecesi, Azerbaycanlılar bin yıllık kahramanlık tarihini dünyaya yeniden gösterdiler. O, kendi varlığını bir daha ispat etti. O, bu milletin hürriyet için ölmeğe hazır olduğunu gösterdi. Böylelikle bu gençler halkımızı ölüm sınırının diğer yakasına geçirdi. Ölüme hazır olmayan millet hürriyetini kazanamaz!
Bakü’deki en büyük kayıp, Bakü girişinde 11. Kızıl Ordu için yapılan abide yakınında cereyan etmiştir. Bu gün Azeriler abide üzerine siyah bayrak astılar, etrafına ise her gün taze karanfil koyuyorlar. Bununla yüreklerindeki nefret ateşini söndürüyorlar. 28 Nisan 1920 tarihinde Azerbaycan’ı işgal eden Kızıl Ordu, 20 Ocak 1990 tarihinde yeniden işgal etti ve onun adına dikilmiş abide önünde yeniden halkımızın kanını akıttı. Böylelikle de adına layık iş yaparak “işgalci ve sömürücü” kimliğini bir kez daha ortaya koymuştur.
O kanlı Cumartesi gecesi yüreğimize öyle bir dağ çektiler ki, bu yaranın acısı yüzyıllar boyu devam edecektir. Saldırganların barbarlığı ve vahşeti asla hafızalarımızdan silinmeyecektir. Takvimlerde “19 Ocak” günü siyah harflerle yazılacak ve gelecek nesiller bu rakamı uğursuz bir hatıra olarak hafızalarında saklayacak, tarih boyunca katillere lanet okuyacaklardır. Sen herhalde bunu unuttun? Ama yüreğimizde açtığın yarayı bize hiçbir zaman unutturamayacaksın!
Ne adavet (kin, düşmanlık) ne gerçek
Vallah yoktu o gece
Zulüm zalim eliyle
Hak’kı boğdu o gece!
Tunç zirehli (zırhlı) yılanlar
Döktü kırmızı kanlar.
Hakikati yalanlar
Künce sıktı (köşeye sıkıştırdı) o gece!
Kime deyim derdimi?
Gaspkar (zorba) namerde mi?
Yetmiş yılın dert gamı
Gözden aktı o gece!
Analar amanından
Sineler oldu şanşan (parça parça)
Şehitlerin kanından
Şimşek çaktı o gece!
Ne diyek bu vahşete,
Bu zulme, bu dehşete?
Allah bu musibete
Nasıl baktı o gece!
Karaocak Kanlı Cumartesi gecesinden bir gün sonra, yani Ocak’ın 20’sinde Gorbaçov’a şu telgrafı çektim:
“Gorbaçov cenapları;
Azeriler, şimdi bir İslam Cumhuriyeti kurmak sevdasına düşecek bir millet değildir. Bu akıttığın kanlara hak kazandırmak için uydurduğun bir iftiradır. Sen, bunu çok iyi biliyorsun, ellerin ve vicdanın milletimin kanına boyanmıştır.
Cellat Stalin’in işlemediği cinayetleri işledin, tarih bu büyük günahını asla affetmeyecektir. Milletimin kanını akıttıktan sonra ona başsağlığı mesajı göndermen ise dehşetli bir iki yüzlülüktür. Senin başkanlık yaptığın partiden ayrılmayı kendim için bir şeref sayıyorum.”
Bahtiyar Vahabzade olayların hemen ertesinde Kazak Türklerinin dünya çapındaki devlet ve bilim adamı Oljas Süleyman’a telefon ederek Bakü’ye gelmesini rica eder. Süleyman hemen Bakü’ye gelir ve birlikte şehri gezerler.
Vahabzade şehirde duyduğu bir söylentiyi aktarıyor:
“Söylenenlere göre, Cumartesi günü Azerbaycan doğum evlerinde dünyaya göz açan her 10 çocuktan 8’i erkektir. Allah’ın bu mucizesi karşısında şaşıp kalmamak imkansızdır. Allah o gece ölen gençlerimizin yerini doldurdu. Çünkü, Allah bizimledir. Hak nerdeyse, Allah da ordadır!
Namerd güllesine kurban giderken
Gözünü sabah dikti şehitler.
Üç renkli bayrağı öz kanlarıyla,
Vatan göklerine çekti şehitler!
O şenbe gecesi, o getl günü
Mümküne dönderdik çok namümkünü.
Halkın kalbindeki korku mülkünü
O gece dağıtıp söktü şehitler!
Tarihi yaşatıp dileğimizde
Bir yumruğa döndük o gece biz de.
Yıkıp köleliği, yüreğimizde
Cesaret mülkünü dikti şehitler!
Zalim öğünmesin zulümleriyle
Bin bir böhtanıyla (iftira)bin bir şerriyle
Hakikat uğrunda ölümleriyle
Ölümü kamına çekti şehitler!
Onlar susturulan hakkı dindiler (işittiler)
Karaca toprağı kıymetlendiler (kıymetlendirdiler)
Donan vicdanları gayretlendiler (gayrete getirdiler)
Ahı, el gayreti çekti şehitler!
İnsan, insan olur öz hüneriyle
Millet, milet olur hayrı şerriyle
Toprağın bağrını cesetleriyle
Azadlık tohumu ekti şehitler!
19-22 Ocak’ta Azerbaycan halkı Büyük ,hem de gerçek Kahramanlık destanı yazdı .O gecenin kahramanlarından bir kaçını zikredelim:
HALIL RZA ULUTÜRK
Meydanlarda rejime karşı savaşan Azerbaycan’ın Halk Şairi Halil Rza Ulutürk Ocak katliamından 6 gün sonra 26 Ocak 1990’da bir arkadaşının arabasında yakalanır.Arabanı durduran
KGB ajanlari Halili arabadan indirerek bağırır:Eller yukarı !
Halil :-Ben ellerimi degil yumruklarımı kaldıracam ve yumruklarını kaldırır .
Rus askerı :-Silahın varmı
Halil :-Var
Rus askeri-Nerde ?
Halil :-Ben kendim canlı bir silahım diyerek rus askerine meydan okuyor .
Halil Rza Sovyet Dövlet Tehlikesizliyi ajanlari tarafindan tutularak Moskovaya Lefortovo mahpusanesine gönderiliyor. Durmadan yapılan sorğu-sual, ağır ittiham şairin kururunu kıra bilmiyor, o, zindanda da mübarizesini devam etdirir. 8 ay 13 gün süren mahpusane döneminde « Lefortovo gündeliyi »ni, 200-den çok şiir, poema ve mektubu kaleme alır. ‘Lefortovo gündeliyi’ şairin kabul etdiyi Ulutürk tehallusunun vasikasıdır:
Zümrüd yağışına,ağ dumanına
Bürüne – bürüne gelesiyem men.
İşdir ayak üste gele bilmesem,
Sürüne – sürüne gelesiyem men.
İLHAM ve FERİZE
20 Ocak şehitliğini ziyaret eden herkes orada bir çift mezarın olduğunu görmüştür. Bu İlham ile Ferize”nin mezarıdır. 20 Ocak gecesi Rus ve Ermeni birleşik kuvvetlerinin Bakü”de katliam yaptığı zaman 6 ay önce dünya evine girmiş İlham kendi halkının imdadına yetişmek için sokağa koşmuştu. Bakü sokaklarında yatan yaralıları Rus tanklarının paletleri altından kurtarmak için çabalamıştı. Pek çok yaralıyı güvenli yere taşıyan İlham bir yaralının imdadına koşarken düşman kurşununa gelmişti. 20 Ocak gecesi sevgili eşi Ferize sabaha kadar pencerenin önünden gitmemişti. Hatta kayınvalidesinin “kızım pencerenin önünde durma, serseri kurşun isabet ederse İlham”a biz mahçup oluruz” uyarılarına rağmen o, çekilmemiş ve pencerenin önünde sabahı gözüyle açmıştı. Sabah İlham dönmüştü. Fakat kendisi değil, ruhsuz bedeni dönmüştü evine. İşte her şey de bundan sonra başlamıştı. Bir daha İlham”ı göremeyeceğine emin olan Ferize”yi kimse teskin edemiyordu. Akşama kadar sakinleşemeyen Ferize çok yorgun olduğunu söyleyip yan odaya geçiyor. Bir müddet sonra odaya girenler Ferize”nin cansız bedeniyle karşılaşıyorlar. Odada bulunan notta şöyle yazmıştı Ferize “Beni affedin, İlhamsız yaşayamazdım, beni onun yanına gömün”.
Ülvi Bünyadzade
Genc şair ,5 yaşından şiir yazmağa başlıyor .
1989 yılının Eylül ayında SSCB Savunma Bakan o zamanki kararına göre o, öğrenci olduğu için erken 9 ay önce askerlikten terhis edildi ve APXDİ nin( o zamankı Azərbaycan Pedaqoji Xarici Dillər İnstitutu) şimdiki Azerbaycan Diller Universitesinin II kursunda eğitimini sürdürmek için Bakü’ye döner. Bu arada Bakü’de mitingler yapılıyordu. Eylül ayının başlarında Kansk’dan Bakuyedönen Ülvi aynı gün mitingde yer almış ve uydurma “Yukarı Karabağ sorununun” halkı için yarattığı sıkıntıların, iztirabların, gerginliklerin daha da dərinləşdiğine tanık olur. 1989 Eylül ayının 10-da ana toprağı, doğal halkı karşısında evlatlık borcunu şerefle, onurla yerine getireceğini vicdan borcu bilerek kendi kutsal “And” ını yazmış ve onun hayatını bu “And” dan ayrı düşünmek olmaz.
Sov.İKP-nin bütün Sovyet halklarının hayatında oynadığı olumsuz rolü anlayarak askerlikten Bakü’ye döndükten sonra Özgürlük Meydanı’nda miting sırasında komünist biletinden vazgeçmiş ve ele oradaca biletini nümayişkarane yaktı. O dönem için bunun çok büyük riski vardı. Ulvi “Halkı bu mücadelede gidilen yoldaki zafere ikna etmek gerekirse, tüm Cismimizi yakmaya hazır olmalıyız” demişti. 19 Ocak’ta gece Bakü’ye giren işgalci Rus ordusunun yolunu kesmiş, barikatın ateşe tutulmasına ve dağıtılmasına karşın , göğsünü halkına tuşlanmış kurşuna siper etti.
Bakü’de 18-19 Ocak günlerinde işlenen cinayetler ve qaretler zamanı – XI.Kızıl Ordu meydanı taraftan kurşun açıldığını duyan Ülvi Bünyadzadə “hoparlörle” Sovyet askerlerine doğru bağırıyor: “kırmayın benim halkımı. Onlar silahsızdırlar. Burada kadınlar, çocuklar var. Çekilin, atmayın tankınızı, topunuzu “.
Araba meydana ulaşmamış, ses gelen tarafa tuşlanan tanktan ateş açılır. Ülvinin ağzına yakın, sol çenesinden kurşun geçer, içini doğrayıb döküyor ve arka taraftan – kalbinden delip çıkıyor.Arkadaşları ve ögretmenleri cesedi Semaşko hastanasinde bulmuş ve taşhis etmişler .Şehitler Hiyabanında defnedilmiştir.
Ülvinin eserlerine 200’den fazla şiiri, “Ömür yolu” i ve Qansızlar” poeması(Her ikipoema Afganistan’da savaşan kardeşlerimize yazılmıştır), 40’a yakın hikayesi, 5 piyesi, 20 kadar dünya edebiyatından orijinal çeviriler (İngiliz ve Rus dillerinden), 7 edebi ve toplumsal bağlamda makalesi, halası Almas , arkadaşları Muhabbet ve Cavide yazdığı hayli mektupları vb. yazıları içerir.
Azerbaycan halkı tam 26 yıldır her 20 Ocak’ta, ellerinde 20 Ocak kurbanlarının simgesi haline gelen karanfillerle şehitliğe akın ediyor.Mekanları cennet olsun !
Komünist Parti binasını koruyan askerler
Bakı, ocak 1990… Foto:Viktoriya İvleva. Kaynak: “FotoSoyuz”
Foto: Oleg Lastoçkin. Kaynak: “RİA Novosti”
Komünist Parti binasını koruyan askerler
Bakı, ocak 1990… Foto:Viktoriya İvleva. Kaynak: “FotoSoyuz”
Sokaklarda öldürülmüş Bakü sakinleri
Bakı, ocak 1990… Foto:Viktoriya İvleva. Kaynak: “FotoSoyuz”
Emrah Vatansever