BİR TÜRKÜNÜN İZİYLE VE YA KIPÇAK KIZI ‘‘SARI GELİN’’ 2.yazı

0
1925

Hikmet Babaoğlu

ŞEYH SİNAN FELSEFESİ VE AŞK

 

Usta düşünür Hüseyin Cavitse bu öyküyü felsefi bir dramaya dönüştürmek için Sinanı Mekkeye, Medineye götürerek onu İslam dininde şeyh katında bulunan yüce bir Zat katına ulaştırıyor. Onun aşık olduğu hiristiyan kızınıysa sıradan bir rahibeye dönüştürüyor. Böylece, mesele iyice dramatikleşiyor, Cavit bu konuya ge Böyük Cavid isə bu hnel olarak hem dini felsefi, hem de dini siyasal açıdan yaklaşmağa çalışıyor.
Dini farklılıkların ve batıl inançların tüm insanlık yaratacağı belaları anlatmakla sanki insanlığa bir mesaj vermeğe çalışıyor. Aynı zamanda Hiristiyanlığın ve İslamiyetin genel olarak Tektanrılı bir din olması sebebiyle aralarında hiç bir hüsumetşn bulunmaması gerektiğine dikkat çekiyor. Şeyh Sinan kızın ona verilmesi karşılığında şarap içiyor, onu eleştiren müslümanlara bunun Allahın bir nimeti olduğunu anımsatıyor, daha sonra üzerinde bulunan haçı dinimizde İsanın da peygamber gibi kabullenilmesi gerekliliğiyle açıklıyor. Sonra Kurani Kerimi yaktıktan sonra bunu yakılanın sadece kağıt ve mürekkep olduğunu, Kurani Keriminse İlahi bir hikmet olduğunu ve sonsuzadek yaşayacağını söylüyor.
Daha sonraysa hiç üşenmeden domuz gütmeği de kabulleniyor ve bunu sırf sevgilisine hizmet olarak kabulleniyor. Böylece, sevginin en üstün, en kutsal bir duygu olduğunu kabullenmekle ona bu duyguları veren Allahın onu affedeceğine cani gönülden inanıyor. Bu hiç kuşkusuz gerçek bir müminin, bir ilahiyat ülemasının, bir şeyhin kamil imanından, mükemmel dünyaya bakış biçiminden kaynaklanmaktadır. Bu konuda ufak tefek kuşkuları olan şeyh bir keresinde Allaha yalvararak şöyle söylüyor:

Yandım Allah, nedır bu işkence?
Hem de dehşetli, tatlı eğlence.
Ateşi aşk bir saadet imiş,
Bu da bir başka türlü cennet imiş,
Bende yok iştika, fakat ya Rabb!
Yok mudur sende merhamet, ya Rabb!
Geliyor hep bu hileler senden,
Beni bilmem niçin yarattın sen?!

Şeyhin bu tereddüt ve şikayetlerineyse İlahi tarafından gönderilmiş bir melek şöyle yanıt veriyor:

Hiç merak etme, muhterem Sinan,
Seni asla unutmamış Yaradan.
Sana Halik olmuş yegane penah,
Hem şefaatçidir Rasulullah.
Seni takdis eder melekler inan,
Hiç telaş etme, gel, büyük Sinan.

Bu İlahi kelamlarla büyük şeyhin telaş ve intizarı son buluyor. O, artık Allahın onunla beraber olduğunu biliyor. Dolayısıyla onun aşkı için attığı adımlar takdir ediliyor. Bu yüzden Şeyh Sinanı da, Sarı Gelini de ölümsüz kılan hiç kuşkusuz aşktır. Bu öykünün dilden dile düşmesi, zamanların süzgecınden geçerek bugünlere ulaşması bu türkünün hala insanların kalbinde özel bir yere sahip olması her halde Allahın bir lutfu olsa gerek.

 

İSİMLER NE DİYOR?!

 

Tekrar konumuza geri dönelim: ne ilginçtir ki, Hüseyin Cavit tiyatro oyununda gürcü karakterlerinin isimlerini gürcü isimleriyle; örneğin Sergo, Simon, Nino, arap karakterlerinin isimlerini arap isimleriyle; örneğin Zehra, Ezra, Sadra, Eblülala, Merva; azerbayanlı karakterlerin isimlerini azerbaycanlı isimlerini; örneğin Oğuz, Özdemir gibi veriyor. Bu yazarın karakterlerin ulusal yapılarına, isimlerinin seçimine bile ne denli ciddi yaklaştığının bir müjdecisi… Böylesi bir durumda ilk andan hiristiyan gürcü olarak bilinen kızın isminin Humar, babasının ismininse Platon olması insanı azacık ta olsa şaşırtıyor. Acaba zamanının yetiştirdiği ender şahsiyetlerden olan Hüseyin Cavit sadece 3 ya da 4 gürcü ismi mi biliyordu? Yoksa bilerektenmi kızın ismini Humar, babasının ismini ise Platon olarak veriyordu? Gayet tabii! İstanbulda eğitim görmüş, defalarca Baküden Batuma, oradansa gemiyle İstanbula gidip gelmiş Hüseyin Cavit onlarca, belki de yüzlerce gürcüce isimler biliyordu. Belki de gürcü dilinde konuşmasını dahi biliyordu. Peki, neden o, yapıtının kahramanları seviyesine yücelttiği baba ve kızının isimlerini gürcü isimleriyle vermiyordu? Işte, kilit nokta tam da burden başlıyor. Hüseyin Cavit kahramanlarının kimliğini kesin olarak biliyor, ya da onların gürcü olmadığını kesin olarak biliyordu. O yüzden bu karakterlere gürcü ismi vermekten kaçınıyordu. Onların kimliğinin araştırılmasını gelecek nesillere bırakıyordu.

 

CAVİTİN GİZEMİ NEYDİ?

 

Öyleyse Şeyh Sinanın aşık olduğu hiristiyan Humar ve babası Platon kimdi? Yine Cavitten örnekler vererek Platonu tanımağa çalışalım. Platon ayyaş ve durmadan içki içen birisi. Karısı onun yüzünden ölmüş. Küçük Humar bunları kendi gözleriyle görmesi yüzünden evlenmemeğe kararlı. Platonsa hiristiyan olmasına rağmen herkes, hatta papazın kendisi tarafından bile dışlanıyor. Yapıttaki bu çelişki Simonla Sergonun diyaloglarında kendini iyice belli ediyor:

Sen ne dersin, şu derbeder Platon


saeıgelin1Şeyh Sinana kız veirmi?…

Simon………………..!

O, bir insan ki, pek firumaye

Ant içmiş Tanrı oğlu İsaya

Basmış İncile el, inan verecek…

Şu herif pek inatçıldır gerçek,

Kızı bedbaht edip te öldürecek.

Aha!… Kanımızca Hüseyin Cavit bilerekten ya da bilmeyerekten karakterlerini işte burada ortaya döküyor. Birincisi Platonu gürcü Simon derbeder diye nitelendiriyor, ikincisi firumaye(ne olduğu belirsiz), üçüncüsü inatçıl… Şöyle bir baktığımız zaman onun hiristiyan olmasına rağmen gürcü olmaması onun gürcüler tarafından aşağılanmasına neden oluyor. Üçüncü özelliğiyse onun tam olarak kim olmasını açıklığa kavuşturuyor. Bu özellik onun ulusal etnik yapısından kaynaklanıyor. Eğer Platon gürcü değilse, ermeni değilse kim o zaman?! Tabii ki, Platon hiristiyan kıpçaklardan… Gayet, tabii!…

 

İLK KAYNAKLARDAN DAHA ESKİ KAYNAKLARDA ‘‘SARI GELİN’’

 

Şimdi  araştırmamızın bu aşamasında onu iyice derinleştirerek bir kaç yüzyıl öncesine götürmeğe ne dersiniz? ‘‘Sarı gelin’’ türküsünün hiristiyan kıpçak versiyonunu bulmağa çalışalım. Bir araştırmamızda hiristiyan kıpçakların Azerbaycana Selçuklu islam akımının başlamasından hemen sonra dağlık bölgelere yerleşmeğe başladıklarını belirtmiştik. Onlar daha fazla hiristiyan nufusun kalabalık olduğu alanlara yerleşiyorlardı. Böyle radikal hiristiyan kıpçaklardan bir tanesi de Platondur. H. Cavitin kanısınca bu olay Tiflis civarında, R. Altınayın kanısıncaysa Ardahanda gerçekleşmiştir. Her iki mekan hiristiyanlıkla müslümanlığın beraberce yaşandığı, hatta kimi zaman iç içe geçtiği alanlardır. Şimdiyse yukarıda sözünü ettiğimiz anımsatmağa geri dönelim. R. Altınayın anlattığına bakılırsa Sinanla Sarı Gelin aynı köyün çocuklarıydı. Yani köyün yarısı müslüman, öteki yarısıysa müslümandı. O zaman bu köyde yaşayan kıpçak köylülerinin bir kısmı müslümanlığı kabullenmiş, bir kısmıysa eski dinleri olan hiristiyanlıktan vazgeçememişti. Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen mezarlıklarını bile ayırmamışlar. Aynı mezarlıkta yüz sene önce ölmüş hiristiyan dedenin müslüman torunu gömülmüş.(bu arada şu an Gürcistanın Dumanisi bölgesinde böyle bir mezarlık hala bulunmakta). Meğerse hiristiyan Platonun gürcü hiristıyanlar tarafından hor görülmesinin, derbeder ve inatçıl diye nitelendirilmesinin nedeni onun kıpçak olmasıymış…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.