O’nu ilk defa 1989. yılda gördüm. Deniz gibi dalgalanıp uğuldayan insanlar, Azatlık meydanı, mikrofona bağıran aydınlar, slogan atan gençler ve soğuktan kısılmış ben… Bir adımlıkta durup, hiç dikkat etmemişim. Uzun boylu, esmer adam. Asker gömleği renkte gömlek pantolonun üste sarkmış. Hapisten yeni çıkmış. Aydınlardan biri elini uzattı, gel dedi ve o masum bir gülümseme ile yukarı kalkan merdivenlere ayak bastı. İlk basamak tam benim elim çatar bir yer. Elimi uzattım ve gizlice dokundum. İlk defa böylece canlı mı, hayal mı olduğunu kontrol etmek için hep televizyonda gördüğüm şaire dokunmuştum. Küçükken. Israr ediyorlar. Basamakları kalkıyor. Hep ısrar ettiler, arkasında gizlenmek için, onu kapak gibi kullanıp başa geçmek için. Ve o zaman ben artık aksi cephede yer alırdım. Ve o gün ONUN basamaklara tereddütle ayak basması, Azerbaycan’ın ilk koşununun – 20 kişilik asker giyimli destenin meydanda yürüyüşü ve içimizi dolduran ferahin çehremize yansımış ışığı hepsi geride kalmıştı ve biz kaç yıl idi ki açlık, muharibe şeraitindeydik. Sonra ateşkes yaşadık ama ne acılarımız dindi ne de geçit dediğimiz karanlık tünel bitti.
Hep kınadık. Çevresinin çemberinden haberimiz yok.
Kaç yıl öttü. Ve…
… Hem sohbetim Azerbaycan halkı bu iki insana göre çok şanslıdır diyor. Geçmiş olsuna gelmişim. Birkaç gün önce suikast yaşamış, ölümün kıyısından dönmüş. Aynen Türkiye’de millet vekilliğine hazırlanırken parlamentonun, danışmanlık teklifi alıp Azerbaycan Hükümet Evinin kıyısından döndüğü gibi. Belki hatıraların tazelenmesi ihtiyacı vardı, belki beni kırmadı eski kasetleri döktü masaya ve Bakü’ye ilk Türk uçağının İnmesinden tutmuş, Haydar Aliyev’in iktidara davet olunduğu olaylara kadar kareleri izledik. Berberce, göz yaşları içinde ve ağlaya güle. Ve ele oradaca Ulu Önder Haydar Aliyev’i tedavi eden, Rus ajanları hastanenin koridorlarını basandan sonra Onu Klivlend’e daha tehlikesiz yere sevk etmeğe mecbur olmuş emekli doktoru arıyoruz. Bir röportaj sözü alıp sevinçle kendimizi övüyoruz.
Karelerin bazılarını telefona alıyorum. Hiç ortaya çıkmayanları.
…Akşam. Nadir günlerden. Sofram güzel olsun diye elimden geleni yapmışım. Dere otulu pilav, Bakı çayı, kelle gend dediğimiz kıtlama Azerbaycan şekeri. Misafirim konuşuyor. Türkiye’de ilk Azerbaycan Büyük Elçiliğini kuranlardandı. 19 yaşından Elçibey sihrine düşenlerden. Odam hatırlardan dolup taşır. Büyük Beyin ömrünün son günlerini hatırlıyor yüzünde aynen o masum tebessüm. Düşünürüm ki Elçibey onu temenni olmadan sevenlere öz nurundan pay mı verip gitti.
İstanbul’dan Ankara’ya gideceği uçağa binerken Büyük Beyin ayağının takılması, bunu gururuna yedire bilmediğinin açısı ve uçağın Şeref bölümünü şereflendiren konağa Veli Küçük ’ün Sayın Cumhur Başkanım hitabı. Dikkat ediyorum ki misafirim de bütün konuşma sırsında aynı ifadeni kullanır.
- Ona kimse eks başkan gibi bakmadı. Dostları da düşmanları O Azerbaycan’ın onursal Cumhur Başkanıdır.
Bir var insanı tanıyıp sevmek. Bir var uzaktan sevmek. Bir de var hatırlardan sevmek.
Ebülfez Elçibey her üç halde sevilir. Doğum günü kutlu olan Adam.
Ruhun şad, mekanın cennet olsun Büyük Beğ’im…